Derya Alabora: Uğur Yücel ile hâlâ evliyiz, boşanamadık
Derya Alabora: Uğur Yücel ile hâlâ evliyiz, boşanamadık
Kıvanç Tatlıtuğ'dan ikinci bebek sorusuna yanıt geldi
Kıvanç Tatlıtuğ'dan ikinci bebek sorusuna yanıt geldi
İYİ Partili Ümit Özlale ünlü spiker ile dünyaevine giriyor
İYİ Partili Ümit Özlale ünlü spiker ile dünyaevine giriyor
Darp edilen
Darp edilen
123456789
Derya Alabora: Uğur Yücel ile hâlâ evliyiz, boşanamadık
Derya Alabora: Uğur Yücel ile hâlâ evliyiz, boşanamadık
Kıvanç Tatlıtuğ'dan ikinci bebek sorusuna yanıt geldi
Kıvanç Tatlıtuğ'dan ikinci bebek sorusuna yanıt geldi
İYİ Partili Ümit Özlale ünlü spiker ile dünyaevine giriyor
İYİ Partili Ümit Özlale ünlü spiker ile dünyaevine giriyor
Darp edilen
Darp edilen
123456789

“Birey olmaktan çıkarsa şiddete açık hale gelir”

Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu Başkanı Canan Güllü, artan kadın cinayetlerine karşın devletin önleyici koruma sağlamadığına dikkat çekerek, “Buradaki asıl mesele ideolojik. Kadını alıp bir birey olmaktan çıkartır ve ailenin tamamlayıcı unsuru haline koyarsanız, şiddete açık hale getirirsiniz” dedi.

Burcu Yıldırım

Cumhuriyet'in en önemli kazanımları ve atılımları arasında gösterilen “kadınlara seçme ve seçilme hakkı”, 5 Aralık 1934 tarihinde yaşama geçirildi. Bu topraklarda kadınlar, birçok gelişmiş ülkeden çok çok önce devrimci bir sıçramayla demokratik haklarına kavuştu. 

Dünyada da 10 Aralık’ta kadın hakları mücadelesiyle iç içe gelişen, “insan” tanımını beyaz renkli, erkek cinsine indirgeyen, belli bir servetle sınırlı tutan tarihin dar, karanlık, dışlayıcı yüzünün yine insan eli ve emeğiyle tersine çevrildiği “İnsan Hakları Günü”nü kutluyoruz. 

Karl Marx, 1848 yılında Friedrich Engels'le birlikte kaleme aldığı Komünist Manifesto adlı ölümsüz eserinde, “Şimdiye kadarki bütün toplumların tarihi, sınıf savaşımları tarihidir” diyor. İnsanlığın, kendisine giydirilen deli gömleğini yırtıp attığı, doruk noktasına Fransız Devrimi’nde ulaşan bu mücadeleler sonunda renginden, cinsinden, dilinden, dininden ya da servetinden bağımsız hukuk önünde eşit haklara sahip birey ve yurttaş ortaya çıktı. Tüm farklılığı ve çeşitliliği ile kendini gerçekleştirmek için özgürlüğünün ardına düşen “özne” sahnede yerini aldı. 

Nazım Hikmet'in ifadesiyle “büyük insanlığın” yürüttüğü bu mücadelenin saçtığı ışık ile aileden topluma, ekonomiden siyasete dalga dalga yayılıp genişleyen erkek egemen yapıların ve cinsiyetçi dilin gelenekten beslenen karanlığı büyük ölçüde aşıldı. 

Ancak, kadınlar üzerinde toplumsal cinsiyetin baskısı sürüyor. Kadına yönelik tahakküm ve iktidar ilişkileri sürüyor. Erkek egemen yapının yeniden yeniden ürettiği eril dil sürüyor. Şiddet sürüyor. Kadın cinayetleri sürüyor. 

Her yıl bu topraklarda yüzlerce kadın, cinayete kurban gidiyor. Her cinayetle birlikte insanlık ölüyor. Şiddetin kaynağını bulduğu eril dili, töreleri, iktidar ve tahakküm ilişkilerini, ekonomik baskıyı, toplumsal düzeni teşhir ederek, bu kanlı döngüden çıkmayı başarmalıyız. 

Cinsiyetle sınıflandırılmaya, ikincilleştirilmeye karşı çıkmak bir insanlık görevidir. Kadınların uğradığı şiddete ve haksızlıklara karşı “GAZETE DURUM”da “Söz Kadınların” başlığıyla bir hafta sürecek bir yazı dizisi hazırladık. Ufukları kaynaştıralım, kadınların sesi olalım. Karanlığı yırtan, umuda ve yaşama can veren bir çığlık olması dileğiyle...

İşte, bugünkü ilk yazımız:

ANKARA-  Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu Başkanı Canan Güllü, kadına yönelik şiddeti doğuran politikalara ve şiddetin toplumsal arka planına dikkat çekerek, “Buradaki asıl mesele ideolojik. Kadını alıp bir birey olmaktan çıkartır ve ailenin tamamlayıcı unsuru haline koyarsanız, şiddete açık hale getirirsiniz" dedi. AK Parti'nin kadınları kullanarak iktidara geldiğine dikkat çeken Güllü, "Bize ulaşan ve medyaya sesleri yansıyan birçok kadın, 'Ben öleceğim' diyor. Bunu nereden biliyor? Çünkü korunmuyorlar, devletin koruma kalkanı işlemiyor. AKP, kadınları kullanarak iktidara geldi. Kendilerine kapı kapı dolaşıp oy toplayan kadınları, bir kere bile Meclis'e taşımadı. Bunun dışında politikalarında sıkışan iktidar yine kadını kullanarak 'türban', 'erken yaş evliliği', 'nafaka', 'müftüye nikah' dedi. İstanbul Sözleşmesi'nden de çıkarak iktidarını garantilemek için kadınları pazarlık payı haline getirdi” diye konuştu.

Kadın cinayetleri, şiddet söyleminin artması, alınmayan önlemler, güvencesizlik, cezasızlık ve kadını sadece aile içinde gören politikalarla her geçen gün artıyor. Şiddet failleri, “Birkaç ay yatar, çıkarız” söylemleri ile kadınları tasarlayarak öldürmeye devam ediyor. Savcılıklara ve karakollara başvuran kadınlar, koruma kararına rağmen sokak ortasında öldürülürken, dört bir yandan “Yaşamak istiyoruz” çığlıkları yükseliyor. Failinin adını şiddet gördüğü yere kanıyla yazanlardan kimliğini değiştirmek zorunda kalanlara kadar kadınlar, hayatta kalabilmek için her türlü yolu deniyor.

Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu'nun verilerine göre; 2008'de 66, 2009'da 125, 2010'da 203, 2011'de 130, 2012'de 145, 2013'te 231, 2014'te 290, 2015'te 293, 2016'da 289, 2017'de 350, 2018'de yılında 405, 2019'da 421, 2020'de 409, 2021'de 367 kadın öldürüldü. 2008-2021 yılları arasında 3 bin 724 kadın, erkekler tarafından katledildi.

 Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu Başkanı Güllü, GAZETE DURUM'un, gün geçtikçe artan kadına yönelik şiddetin nedenlerine ilişkin sorularını şöyle yanıtladı:

Şiddet ve kadın cinayetleri neden bu kadar yükseldi?

Hem teknolojinin hem de dünyanın ritminin değişmesiyle birlikte 1990'lı yıllarda yürürlükte olan yasalar kadına yönelik şiddetle mücadele kapsamında yeterli olmuyordu. Önlemlerin artması ve önleyici tedbirlerin gelmesi, o dönem bizi İstanbul Sözleşmesi'ne iten nedenlerden biri oldu. Onlardan en önemlisi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) 2009 yılındaki Nahide Opuz kararıdır. Opuz kararında AİHM, Türkiye'nin şiddet gören bir kadını, savcılığa başvurduğu halde, kocasından koruyamayarak ayrımcılık yaptığına hükmetti ve Türkiye’yi tazminata mahkûm etti. Opuz davası, AİHM’in aile içi şiddete karşı vatandaşını koruyamadığı gerekçesiyle bir devleti mahkum ettiği ilk davadır. O döneme kadar daha fiziksel, psikolojik ve ekonomik şiddetin tanımını, içeriğini bilmiyoruz. Ancak kadına yönelik şiddetin önlenmesi meselesinin önüne "ailenin korunması" getirilince tavır, birdenbire değişiyor ve kadınların “hayır” dediği noktada kadın cinayetleri ortaya çıkıyor. Buradaki asıl mesele ideolojik. Kadını alıp bir birey olmaktan çıkartır ve ailenin tamamlayıcı unsuru haline koyarsanız, şiddete açık hale getirirsiniz.

Artan kadın cinayetlerinin arka planında ne var? 

Kadına yönelik şiddetin zihinsel yapısı içerisinde; tarikat ve cemaatlerin, kadını “perdesiz ev”e benzeten söylemleri, siyasetin şiddet dili, toplumda yaratılan eşitsizlik, AKP ile yol yürüyüp seçilemeyen hukuk fakültesi mezunlarının hakim ve savcı olarak atanması ve cezasızlık yer alıyor.

İstanbul Sözleşmesi'nin mekanizmaları uygulanmadığı, her seferinde mağdur kadınların hayatı sorgulandığında kadına yönelik şiddet arttı. Bu örneği en son Pınar Gültekin Davası'nda gördük. Faillerin suçunu konuşacağımıza, mağdurların yaşam biçimini sorguladık. Mevcut ideolojik yapının değişmemesi, kadını birey görmeyen siyasi yapı ve bütün bunlarla beraber siyasetin yargıya entegrasyonuyla kadına yönelik şiddet arttı.

Bu noktada, Danıştay'ın İstanbul Sözleşmesi'nden çekilme kararının iptalini reddetmesini nasıl yorumluyorsunuz?

Danıştay'ın kararı, siyasi. Yani daha birkaç gün önce Pınar Damar'ı öldüren üstelik de kuzeninin eşi olan katil Metin Aydın, bu cesareti nereden alıyor? Cezasızlıktan alıyor, uygulanmayan yasal mevzuattan alıyor, eril zihniyetten ve buna katkı sunan siyasi yapıdan alıyor. Keşke yasayla mücadele ettikleri kadar şiddetle mücadele etselerdi.



Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Derya Yanık da kadın cinayetlerinin 2021 yılında 15 kat arttığını söylemişti. Bunun yanında iktidar kanadı, İstanbul Sözleşmesi'nden çekilmenin kadınları şiddetle başa başa bırakmayacağını savunuyor ve 6284 sayılı kanun maddelerinin, kadını koruduğunu ifade ediyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

6284 sayılı yasa, kadına şiddeti önleyemez. Çünkü 6284 bir ceza yasası. Olay olduktan sonra yani darbedildiğinizde, yaralandığınızda, öldürüldüğünüzde işleme girecek bir boyutu var. Ki zaten ülkemizde bu yasa, böyle durumlarda bile uygulanmıyor. 6284 uygulamada olduğu halde bile koruma kararları alınmıyor, elektronik kelepçe takılmıyor ve tüm bunlarla beraber ısrarlı takibin sonucunu mağdura yükleyerek “Sen ispat et” diyor. Sürecin içerisindeki cezalandırmada ise iyi hallerle, tahrik indirimleriyle karar kılınıyor ve bütün bunlar olay olduktan sonra yapılıyor. Biz, bunu anlatamıyoruz. Ben başta sayın Cumhurbaşkanı olmak üzere yönetimde bulunan hiç kimseye, bu cümleyi anlatamıyorum.

İstanbul Sözleşmesi aynı zamanda 6284'e de dayanak oluyordu ama Sözleşme'nin en önemli farkı, şiddeti daha yaşanmadan önlüyor olması. İstanbul Sözleşmesi sana şunları diyor: “Erken yaş evliliğini önle. Kız çocuklarını okula gönder. Kadınları istihdama al. Kadınların siyasetin içinde yer almalarını sağla. Şiddetin cezasız olmadığını ispatla. Bunun için zihinsel dönüşümü sağlayacak derslerin Milli Eğitim müfredatına eklenmesini sağla. Bütün kamuda, toplumsal cinsiyet eşitliği eğitimi ver. Bu konuda yargıda, kollukta karar verecek insanların kariyerlerinde sosyal hizmetlerde çalışmış, duyarlı insanlar olmasını sağla.” Burada, “Gidip karısını döverse ona ceza ver” demiyor ki. Şiddeti önleyici tedbirleri sıralıyor. İşte biz bu önleyici tedbirleri zaten almadığımız gibi bir de kadıları yasal olarak koruyan onlara güven sağlayan bu Sözleşme'den çıktık. Ondan sonra çıkıp “Bizim elimizde iç hukukta yasamız var” diyorlar. Nerede şiddeti önleyici yasan var?

Öldürülen kadınların bir kısmını da karakollara ve savcılıklara başvuran kadınlar oluşturuyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Daha iki-üç gün önce gece yarısı, İstanbul'da bir karakolda şiddet uğrayan bir kadına gerekli işlemin yapılmadığı bilgisini aldık ve kadın örgütleri olarak duruma müdahale etmek zorunda kaldık. Türkiye'de kadınları şiddetten koruma için önleme yok, koruma yok, devlete gidip sığındığında da kadınlar korunamıyor. Eskişehir'de öldürülen Ayşe Tuba Arslan, 23 kez suç duyurusunda bulunmuştu ve “Ölümüm gerçekleşince mi bana yardım edeceksiniz” demişti. Bize ulaşan ve medyaya sesleri yansıyan birçok kadın, “Ben öleceğim” diyor. Bunu nereden biliyor? Çünkü korunmuyorlar, devletin koruma kalkanı işlemiyor. Kovuşturma da doğru işlemiyor. Sizden birkaç dakika önce Mersin'den 4 yıldır cinsel istismar davası süren olayda zanlıya “Beraat çıkacak” diye korkan mağdur bir kadınla görüştük. “Ben ne yapacağım bana yardım edin” dedi. Şimdi burada koruma, önleme, kovuşturma ayağının işlemediği bir ülkede tabii ki Danıştay'ın kararı kadın cinayetlerin artmasına sebep olacaktır.

Bütün bunların siyasal iktidarın politikaları ile bir bağı var mı?

AKP, kadınları kullanarak iktidara geldi. Kendilerine kapı kapı dolaşıp oy toplayan kadınları, bir kere bile Meclis'e taşımadı. Bunun dışında politikalarında sıkışan iktidar yine kadını kullanarak “türban”, “erken yaş evliliği”, “nafaka”, “müftüye nikah” dedi. Dikkat ederseniz bunları yıllar itibariyle sıraladığında sıra, İstanbul Sözleşmesi'ne geldi ve Sözleşme'den çıkarak dünyaya rest çekti. Bunun üzerinden de iktidarını garantilemek için kadınları pazarlık payı haline getirdi. Burada söz konusu olan Anayasa ve Meclis'in darbe görmesi ve bütün bir toplumun güvenliği söz konusu.

Kadınları ve toplumu bundan sonra ne bekliyor?

Enseyi karartıp vahim bir tablo çizmemek gerekiyor. İlk olarak herkese, Danıştay'ın İstanbul Sözleşmesi'nin feshinin iptalini reddetmesi kararının yasal olmadığını anlatacağız. Biz hâlâ hukukun üstünlüğüne güveniyoruz. Bizim hukuktan ve demokrasiden başka çıkar yolumuz yok. Dolayısıyla her kurumun kapısını çalıp toplumsal cinsiyet eşitliğini anlatacağız. Özel sektörle, yerel yönetimlerle, ulaşabildiğimiz her kanalla çalışmalar yürütüyoruz. Önceden de çalışıyorduk ama demek ki az çalışmışız Şimdi sadece biz çalışmayacağız. “Şimdi her bir birey sorumlu” diyoruz. Özel sektöre, “Kaynaklarınızı çalışanlarınıza kullanın, eşitliği sağlayın. Burada yaratılan kalkınma da çarpan etkisi ile sahaya yansıyacaktır” diyoruz. Partilere, “Üyelerinize toplumsal cinsiyet eşitliği dersi verelim. Siyasetinizde kadınlara kapıları açın. Üyeleriniz, kız çocuklarının okula gitmesini sağlasın” diyoruz. Tüm bunlarla beraber tabandan yukarı doğru eşitlik mücadelesi yürütüyoruz. Bunlar birkaç aylık çalışmayla olacak değil, ancak sadece sesle, sözle halledilecek bir şey de değil. Kadın hareketi 1800'lü yıllardan geliyor. Yaşamak için mücadeleyi her alanda deneyimlemiş kadınlar var ve bu kadınlar, artık öyle kolay kolay yaş tahtaya basmaz.

Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu'nun Acil Yardım Hattı: 0212 656 96 96