Erkan Yolaç'ın cenaze programı belli oldu
Erkan Yolaç'ın cenaze programı belli oldu
Ünlü isimlere Gazze tepkisi
Ünlü isimlere Gazze tepkisi
Evgeny Grinko'dan 'Uzun İnce Bir Yoldayım'a yeni yorum
Evgeny Grinko'dan 'Uzun İnce Bir Yoldayım'a yeni yorum
Ücretsiz olacak başvurular başladı
Ücretsiz olacak başvurular başladı
123456789
Erkan Yolaç'ın cenaze programı belli oldu
Erkan Yolaç'ın cenaze programı belli oldu
Ünlü isimlere Gazze tepkisi
Ünlü isimlere Gazze tepkisi
Evgeny Grinko'dan 'Uzun İnce Bir Yoldayım'a yeni yorum
Evgeny Grinko'dan 'Uzun İnce Bir Yoldayım'a yeni yorum
Ücretsiz olacak başvurular başladı
Ücretsiz olacak başvurular başladı
123456789

İlhan İrem’in ardından...

Dokuz Eylül Üniversitesi Felsefe Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Doğan Göçmen, bir döneme damgasını vuran efsane sanatçı İlhan İrem'i ve 1970 kuşağını yazdı.

AZE Haber Ajansı

ANKARA- Dokuz Eylül Üniversitesi Felsefe Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Doğan Göçmen, bir döneme damgasını vuran efsane sanatçı İlhan İrem'i ve 1970 kuşağını belirleyen koşulları analiz etti. İşte o çarpıcı yazı:

İlhan İrem’in ölümü efsane gibi yaşanan bir dönemin artık yavaş yavaş kapandığına işaret ediyor. 1970’li yıllar tüm çelişkileriyle müziğe de yansıdı ve bu, o dönemin kuşağı olarak birebir bizim kişiliğimizi belirledi. Arabesk tüm yüzeyselliğine rağmen yoksul insanın hayatının çıkmazlarına karşı bir feryattı.

Arabesk ve Yoksulun Günlük Acısı

Arabesk yöntemden, tutarlı bir içerikten yoksundu. Günlük hayatın bilinciydi belki de. Ama bu ancak onu eleştirmeyi haklı kılabilir, ama küçümsemeyi ve aşağılamayı asla haklı yapmaz. Tersine onda kendini bulan halk kitlelerini anlamak için paha biçilmez bir olanak sunar. Yoksul insanın günlük acılarını sözde ve müzikte tekrarlar arabesk. Böylelikle günlük insana acılarını hayalde yeniden yaşatır. Bir çıkışsızlık, çaresizlik, biçarelik ve çilekeşlik. Ağlamakta bulur arabesk çözümü. İsyana dönüştürür ise duyguyu sıkça içte atılan sessiz, çok daha nadiren ise sesli bir narada.

Arabeskin en gelişkin biçimi Orhan Gencebay ve doruk noktası Müslüm Gürses’tir. Protestoyu ağlamanın, sızlanmanın ve genellikle sessiz naranın ötesine götüremediler. Garibanın, yoksul insanın ince sızı dolu günlük acısını enstrümanların da gücüyle en iyi betimleyen Gürses oldu. Fakat müziği yöntemden yoksun kaldı hep.

Bu nedenle arabeskin babası “Müslüm baba” da tüm denemelerine rağmen sanatıyla “garibanlar” olarak betimlediği yoksul insana çıkış sunamadığı için kendisine acı veren dinleyici kitlesi üretmekten başka bir şey yapamadı ve bununla karşılaşınca kendisi dahi şaşırdı. Yapmayın! Ne yapıyorsunuz? diye şaşkınlığını ifade etti.

Halk Ozanları ve Anadolu Olmak

Halk ozanları ekolü müzikte günlük bilinç çerçevesinde gelişen başka bir protesto hareketiydi. Ali Ekber Çiçek, Âşık Mahsuni Şerif, İhsani, Neşet Ertaş ve tabi Âşık Veysel. Bu hareketin felsefi içeriğe de sahip olma talebiyle doruk noktasını Âşık Veysel ve Neşet Ertaş oluşturur.

Halk Ozanları ekolü dinleyiciye Anadolu’nun derinliklerine kök salma olanağı sunuyor. Yüzyıllardan beri birikip gelen miras 20. yüzyılda yeniden harmanlandı, yeniden pişirildi. Müzikte yöntem arayışı ve gelenekten gelen mirasın sınırlarını en çok da bu müziği yapanlar kendileri hissetti. Ali Ekber Çiçek, bir saz ile pekâlâ sanki bir orkestra çalıyormuş gibi müzik yapılabileceğini kanıtladı. Ama yine çok seslilik arayışı bir enstrümanın ötesine gitmedi. Ama bir enstrüman modern insanın duygu dünyasının zenginliğini ifade etmeye yine yetmiyor. 1970’li yıllarda bu sınırı sayısız aşama çabalarına tanık oldu. Belki de Fuat Saka bu arayışın bir sonucu olarak ortaya çıktı ki bu arayışı bizzat yaşayarak gösteren Zülfü Livaneli’dir denebilir.

İlhan İrem’in Kuşağı ve Müziğinin Anlamı

Arabesk sonunda acıyı dindiremeyen, tersine katbekat artıran hedefsiz bir çığlıktı. Ozanlar çareyi âşıklar ve dervişler geleneğini yeniden canlandırarak köklere dönüşte aradı. İlhan İrem, Fikret Kızılok, Erol Evgin, Cem Karaca, Barış Manço ve başkaları yeni bir nefes oldu kendi dönemlerinin kuşağına. Yerelliği aşan dünyanın nefesiydi bu. Yerelliğe dünyayı getiren, yerelliği dünyaya taşıyan hayran olunası bir çaba.

Geleneksel enstrümanlara Anadolu’da hiç görmediğimiz dünyadan yenileri eklendi. Sözler yalnızca didaktik çağırılardan oluşmuyordu artık. Bu akımın içinde belki de en çok İlhan İrem insanı kendi içine dönmeye, kendisiyle dünyayı kapsayan reflektif/yansısal bir ilişki kurmaya çağırıyordu.

İlhan İrem’in hayatın anlamını sorgulamaya çağıran müziğinin, sözlerinin en önemli aracı sesiydi. Onun sesini duyup da kendi içine dönmemek, diğerinin gözünde sonsuzluğu görürken bu sonsuzlukta kendi içimizdeki sonsuzluğa bakmamak mümkün değildir. Sonsuzluk özgürlük demektir ve sonsuzluğumuzu diğeri dolayısıyla kendimize, kendi içimize dönük bakışta kavrarız. Sonsuzluk insanın diğeri dolayısıyla kendisinde algıladığı özgürlük demektir. Bu özgürlük “yalan yanlış aynalarda” görülemezdi. Bunun için aynaların kırık ve/veya yalan yanlış olmaması gerekiyordu. Çünkü metafor olarak felsefe tarihinde çok önemli olan ayna bize diğerindeki tüm evreni sunar ve böylece kendimizi evrenin bir yansıması olarak kavrarız.

Diğerine “hani nerede ümitlerim, hepsi sanki bir rüya” diye sorarken yalan yanlış aynaların yabancılaşmışlığını, dünyanın samimiyetsizliğini kendi içine dönerek kendisinde de sorgulatır İlhan İrem. Diğerini eleştirmek kolaydır. Ama diğerini eleştirip, kendini eleştirmeyen eleştiri yetersizdir, hatta sıkça temelsizdir.

Anılar bazen bir sığınaktır, bir teselli sunar insana. Bu nedenle “avunurum anılarda” der. Ama anılar bazen bir “deli gömleği” gibi de olabilir. Ne büyük diyalektik bir bakış. Bazen sığınmak gerekiyor anılara. Bazen de parçalayıp çıkmak. Çünkü yalnızca kaçmakla bulunmaz mutluluk. Boşver arkadaş, diğerine karşı bir kaygısızlığa, sorumsuzluğa, diğerini boş vermeye çağrı değil, deli gömleğine dönüşebilecek anılardan kurtulup yaşamın ve ilişkilerin zenginliğini keşfetmeye çağrıdır. Hayat “ürpertidir kuytularda”, ama özlenen ve beklenen ayak sesidir de rüyada.

Anılar hayal kırıklıklarıyla doludur herkeste. Herkesin kendisini bulma sürecinde zorunlu olarak oluşur bu ve bunları herkes seve seve taşır yüreğinde. Ama “yalancı gurura” aldanan, “parlak sözlere” kanan insanların sebep olduğu hayal kırıklığı telafi edilemez, amansız bir yara olarak kalır hep.

Samimiyetsizlikten, yalandan, ikiyüzlülükten kaynaklanan hayal kırıklığı affedilse de bezdiren burukluğu, yürek yarasına dönüşen kırgınlığı hep kalır. Dalından düşen yürekleri yerine koymak mümkün olmuyor tüm çabaya, tüm iyi niyete rağmen. Annem yüreği bir şişeye benzetirdi ve “kırılan ganne yapılmaz” derdi hep. Kırmayacaksınız kalbi. Kırınca çok geç artık. Diğerine yönelirken işte bu kadar ince, bu kadar zarif olmalı insan.

İlhan İrem, böyle birisiydi 1970’lerde büyüyen kuşağımız için. Yabancılaşmış dünyada aşka, yalanla ve yalancılarla dolu dünyada samimiyete, diğerini dürüstçe keşfetmeye, diğerinde kendi sonsuzluğunu bulmaya ve kurmaya bir çağrı - öyle otantik bir çağrı ki diğerini kırmadan dökmeden keşfetmeye, bir ikincisi daha görülmemiştir. Ama bu çağrı, “bir kez gönül yıktın ise” seni artık tüm insanlık dahi vicdan azabından kurtaramaz diyen, gönül yapmayı mutlak olarak kavratan büyük hümanist Yunus Emre geleneğinden geliyor yüzyıllardan beri birikerek ve süzülerek.