Erkan Yolaç'ın cenaze programı belli oldu
Erkan Yolaç'ın cenaze programı belli oldu
Ünlü isimlere Gazze tepkisi
Ünlü isimlere Gazze tepkisi
Evgeny Grinko'dan 'Uzun İnce Bir Yoldayım'a yeni yorum
Evgeny Grinko'dan 'Uzun İnce Bir Yoldayım'a yeni yorum
Ücretsiz olacak başvurular başladı
Ücretsiz olacak başvurular başladı
123456789
Erkan Yolaç'ın cenaze programı belli oldu
Erkan Yolaç'ın cenaze programı belli oldu
Ünlü isimlere Gazze tepkisi
Ünlü isimlere Gazze tepkisi
Evgeny Grinko'dan 'Uzun İnce Bir Yoldayım'a yeni yorum
Evgeny Grinko'dan 'Uzun İnce Bir Yoldayım'a yeni yorum
Ücretsiz olacak başvurular başladı
Ücretsiz olacak başvurular başladı
123456789

Tanrı ve evren üzerine...

AZE Haber Ajansı

ANKARA- Kastamonu Üniversitesi Felsefe Bölümü Başkanı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yavuz Unat, "Tarih Boyunca Evren Anlayışları ve Tanrı" başlıklı yazısıyla GAZETE DURUM'a konuk oluyor. Bu çok özel yazıyı, dört bölümde yayınlayacağız. İşte, bizleri evren anlayışı ve Tanrı hakkında düşünmeye ve kökenlere tarihsel bir yolculuğa davet eden yazının ilk bölümü:

Eski çağda oldukça önemli bir bilim dalı olan astronominin doğuşu ve gelişmesinin uygarlık safhalarıyla sıkı bir bağlılığı olduğu görülmektedir. Astronominin ilk belirtileri ve bu konuya karşı ilginin doğuşu tarım faaliyetlerinin başlamasıyla ilişkilidir. Tarım mevsimlerin zamanını önceden bilmeye, yani takvim bilgisine ihtiyaç gösterir. Diğer taraftan takvim, gök cisimlerin hareketlerinin bilinmesi ve anlaşılması demekti ve bu da çağlar boyunca yaşamsal önem taşımıştır. Özellikle Mısırlılar takvimle yakından ilgileniyorlardı. Çünkü Nil onların yaşam kaynağıydı ve her yıl aynı dönemde taşıyordu. Diğer taraftan, toprağın sürülmesi, tohumlama ve ürünün toplanması gibi tarımsal faaliyetler için en elverişli zamanların bilinmesi de takvim çalışmalarına olan önemi arttırmıştır. Ancak, gerek Mısır ve gerekse Mezopotamya astronomilerinin ilk gelişme dönemlerinin oldukça karmaşık yönler gösterdiği ve sadece pratik takvim ihtiyaçlarından kaynaklanmadığı görülmektedir. Her iki uygarlıkta astronomi özellikle dinî unsurlarla da iç içedir.

Örneğin Mısırlılar gökyüzündeki olayları dinî açıdan yorumlamışlardı. Gök cisimlerini tanrı olarak kabul etmişler ve gökyüzündeki olayların da tanrıların faaliyetleri olduğuna inanmışlardı. Doğuş ve batış olayları da dinî bir özellik taşımaktaydı. Her ne kadar Mezopotamyalılarda astronomi genel manasıyla mitolojiye ve dinî inançlara dayansa da laik ve matematiksel astronomiye geçmeyi başarabilmişler, özellikle astronominin matematikselleşmesinde ön ayak olmuşlardır. Ancak gökyüzü olayları Mezopotamya uygarlıklarında da dini öğeler içermekteydi. Gökyüzü tanrısal bir bölgeydi ve tanrıların faaliyet alanıydı.

Antik Yunanlılar ve Mitolojiden Felsefeye Geçiş (Mitostan Logosa)

Antik Yunanlı iki önemli yazar Hesiodos ve Homeros’un eserleri Tanrılara ilgili tüm öyküleri tek ve tutarlı, dolayısıyla düzenli ve rasyonel bir sisteme indirgeme girişimi olarak görülür. Kozmogonilerin aklın mitoloji içinde gelişmesiyle birlikte mitolojik dünyayı akla uydurma ve doğal/insani olayları yönettiği düşünülen varlıkların kökenini açıklama girişimi Antik Yunanla başlar. Antik Yunanda doğa felsefesinde evrenin kökeni, doğası ve içerdiği süreçler, tanrısal varlıklarda değil, doğal dünyanın içinde aranmalıdır. Ayrıca görünür dünyanın altında akla uygun/anlaşılır bir düzen bulunur ve insan aklı bu düzeni anlamada yeterlidir.

Gezegen hareketlerinin geometrik-kinematik sistemlerle açıklanması düşüncesine ilk erişenler Eski Yunanlılar olmuşlardır. Bu sayede astronomik olguları açıklayabilecek düzeyi yakalayabilmişler, gezegen hareketlerinin açıklanmasına ve anlamlandırılmasına olanak sağlayan sistem fikrine ulaşmışlardır. Bu sayede, başlangıçtaki bazı bocalamalardan sonra, gök olaylarını mitoloji ve dinden ayırmayı başarabilmişler ve bu olayları geometri ile temellendirme yoluna giderek önemli bazı sistemler kurmuşlardır.

Atomcu Düşünce ve Mekanik Evren

İyonya düşüncesinin devamında yer alan atomcular ilk ana madde problemine ilgi göstermişler ve nesnelerin atom (bölünemez) denilen gözle görülemeyecek derecede küçük parçacıklardan oluştuğunu ileri sürmüşlerdi. Bu okulun ilk temsilcisi görüşlerinden öğrencisi Demokritos (M.Ö. 460-370) aracılığıyla haberdar olduğumuz Leukippos’tur (M.Ö. V. yüzyıl). Hocası ve öğrencisinin düşüncelerine göre, bu evrende görülen her şey, büyüklükleri ve biçimleri değişik olan atomların boş uzayda tesadüfen birleşip sıkışmalarıyla varlığa gelmiştir. Atomlar maddeseldirler ve var olanlarda gözlemlenen çeşitlilik ve çokluk, atomların farklı bileşimlerinin bir sonucudur. Gerçekte var olan sadece boşluk ve atomlardır. Boşluk önemlidir, çünkü atomların serbestçe hareket edebilmeleri ancak boşluk sayesinde olmaktadır. Atomculara göre, bir nesnenin var olması benzer atomların birleşmesi, yok olması ise bunların dağılmasıdır. Bu anlayışta ise evren mekanik ve deterministik bir karakter taşımaktadır.

Pythagorasçılar ve Geometrik Evren

Astronominin temeline geometrinin konması Pythagorasçılar (MÖ 5. yüzyıl) ile başlar. Pythagorasçılardan, özellikle Platon’dan (MÖ 427-347) beri, gökyüzündeki hareketlerin düzenli ve dairesel, hızların muntazam ve sabit olduğu kabul edilmiştir. Nesnelerin özünün ve varlığın ana maddesinin sayı olduğunu savunan Pythagorasçılar, Yer’i küre şeklinde düşünmüşler ve onu evrenin merkezinden alıp merkeze “Merkezî Ateş”i yerleştirmişlerdir. Pythagorasçılar, bütün gök cisimlerinin, yani gezegenlerle yıldızların küresel olduklarına ve dairesel yörüngeler üzerinde hareket ettiklerine inanıyorlardı. Evren ikiye ayrılmıştı: Ay-üstü evren ölümsüz varlıkların, tanrı ve tanrıçaların ve ruhların, Ay-altı evren ise cansız maddelerin ve ölümlülerin bulunduğu bölgeydi. Pythagorasçılara göre gök cisimleri, Merkezî Ateş etrafında, batıdan doğuya, saydam kürelere takılı olarak dönmektedirler. Pythagorasçılar evrenin merkezine ateşi (Merkezî Ateş) koyuyorlar ve yeryüzünün bir yıldız olduğunu, ateşin çevresinde dairesel dönerken de gece ve gündüzü oluşturduğunu iddia ediyorlardı. Onlara göre Tanrı Zeus evreni Merkezî Ateş’ten gözlüyor ve yönetiyordu.

Eudoxus ve Matematiksel Evren

Yunan astronomisinin matematikselleşmesi Knidoslu Eudoxus (M.Ö. 408-355 yılları) ile başlar. Eudoxus, kurmuş olduğu ortak merkezli küreler sistemi ile bilimsel astronominin öncülüğünü yapmıştır. Bu astronomik sistem, astronomik olguların matematiksel izahına girişen ilk Yunan astronomi sistemidir. 

Eudoxus’un ortak merkezli küreler sistemi tüm karmaşıklığına rağmen, astronomiye yeni bir ruh getirmiş ve ilk defa bu kuram yoluyla, bir gökcisminin belirli bir süre sonra nerede bulunacağını matematiksel olarak belirlemek olanaklı olmuştur. Özellikle Eudoxus’un bu sisteminde yer alan “küre” anlayışı Kepler’e kadar devam etmiştir. Eudoxus’un evren modelinin temelinde, merkezleri aynı olan küreler fikri vardır. Her gezegen kendisine özgü bir takım kürelere sahiptir. Hareketleri dairesel olan bu küreler iç içe geçmiş haldedirler ve merkezlerinde de Yer vardır. Her gökcismi, kutupları etrafında sabit bir hızla dönen bir kürenin ekvatoru üzerinde yer alır. Gökcisimlerinin hareketleri bu kürelerin dönüşleriyle sağlanmaktadır ve Eudoxus gezegenlerin hareketlerini açıklamak için toplam 27 küre kullanır. Eudoxus’un kurduğu ortak merkezli küreler sistemi, asıl önemini, sistemi fiziksel bir temel ile destekleyen Aristoteles (M.Ö. 384–322/1) ile kazanacaktır.

Aristoteles’in Ereksel Evreni ve Tanrı

Aristoteles, astronomiye ilişkin görüşlerini Fizik, Metafizik ve Gökyüzü Üzerine adlı yapıtlarında açıkladı; zira ona göre, astronomi ile fizik birbirinden ayrılamazdı. Küre en mükemmel biçimdi; o halde evren küresel olmalıydı; bu varlığına en uygun olan şekildi. Bir kürenin merkezi olduğu için de evren sonluydu. Yer evrenin merkezinde idi; bu yüzden, evrenin merkezi aynı zamanda Yer’in de merkeziydi. Bir tek evren vardı ve bu evren her yeri dolduruyordu; evren-ötesi veya evren-dışı yoktu; Yer hareketsizdi ve küre biçimindeydi. Yer’i adeta bir soğanın kabukları gibi merkezleri ortak olan bir seri küre katmanı çevreliyordu. Gezegenler kürelerle taşınıyordu. En dışta ise sabit yıldızlar küresi bulunmaktaydı. Bu küreler, göksel cisimlerin hareket ettiği büyük bir makinenin fiziksel varlığı olan parçaları gibiydi. Varlık biçimlerinin mükemmel olmaları veya olmamaları da Yer’in merkezine olan uzaklıklarına göre değişiyordu. Bir varlık Yer’e ne kadar uzaksa, o kadar mükemmeldi. Bundan ötürü, merkezde bulunan Yer mükemmel olmadığı halde, merkeze en uzakta bulunan Yıldızlar Küresi en mükemmel küreydi. Bu mükemmel küre, aynı zamanda Tanrı, yani ilk hareket ettiriciydi. Aristoteles’in bu fizik evren anlayışı MS 150’lerde yaşayan Batlamyus (Ptolemaius) tarafından matematiksel hale getirilecek ancak Sabit Yıldızlar Küresi yine İlk Hareket Ettirici yani Tanrı olarak kabul edilecektir. 

Aristoteles’in evren tasarımında Tanrı evrene müdahale etmez. Bu durumda doğadaki fenomenler ve varlıklar tanrısal bir gayenin sonuçları da değildirler. Oysa biliyoruz ki Aristoteles’in evreni ereksellik üzerine kuruludur. Buradaki ereksellik ise varlıkların formlarında gizlidir. Her varlığın formu vardır ve varlıklar bu formlara göre hareket eder. Bu varlıkların bilinci olduğunu da göstermez. Zira Aristoteles’e göre bilinç sadece insana özgüdür. Öyleyse doğa bilinçsiz bir canlı varlık olarak formlara göre hareket eder. Aristoteles’in bu teolojik doğa tasarımı Demokritos’un mekanik doğa tasarımından farklıydı.

Bu kozmolojik kuram, Fârâbî ve İbn-i Sina gibi Ortaçağ İslâm dünyasının önde gelen filozofları tarafından da benimsenecek ve Kuran-ı Kerim’de tasvir edilen Tanrı ve Evren anlayışıyla uzlaştırılmaya çalışılacaktır.

SÜRECEK...