Ücretsiz olacak başvurular başladı
Ücretsiz olacak başvurular başladı
Türk oyuncular Cannes'da
Türk oyuncular Cannes'da
Meryl Streep'in gözyaşları
Meryl Streep'in gözyaşları
Boşandı, daldan dala konuyor
Boşandı, daldan dala konuyor
123456789
Ücretsiz olacak başvurular başladı
Ücretsiz olacak başvurular başladı
Türk oyuncular Cannes'da
Türk oyuncular Cannes'da
Meryl Streep'in gözyaşları
Meryl Streep'in gözyaşları
Boşandı, daldan dala konuyor
Boşandı, daldan dala konuyor
123456789

Büyük çatışmaya doğru mu?

Ahmet Süha Umar

Bakmayı değil görmeyi bilenler için, 1990’lı yılların başından beri olanları doğru okumak ve yorumlamak zor değildi.

Berlin Duvarı’nın yıkılması, Varşova Paktı’nın ve Sovyetler Birliği’nin dağılması, dünya için önemli bir fırsattı. Sovyet İmparatorluğu dağılmış, geriye ekonomik ve siyasi sorunlarla boğuşan bir Rusya kalmıştı. Durumu gerçekçi biçimde değerlendiren Mihail Gorbaçov, “Soğuk Savaş”ın “Düşman Rusya”sının, uluslararası düzen ve toplumla bütünleştirilmesi için doğru kişiydi.

ABD önderliğindeki Batı’nın (NATO/AB) baştaki tutumu, bu fırsattan yararlanılabileceği umudunu artırıyordu. NATO’nun, Rusya ile birlikte yürütülecek olan “barış için ortaklık” ve yeni düzenin Rusya ile birlikte kurulacağını ilan eden “yeni stratejik konsept”i doğru adımlardı. Ancak bu yaklaşım uzun sürmedi.

Sovyetler Birliği’nin çöküşü ile tek “süper güç” kalan ABD, bu statüsünün ilelebet sürmesi “ham hayali”ne kapıldı. Yeni düzeni Rusya ile birlikte kurma fikri, yerini “Rusya’nın çevrelenmesi, yalnızlaştırılması” politikasına bıraktı. Bu büyük bir stratejik yanlıştı. Daha da kötüsü, savunmasını ABD’nin sırtına yüklemenin avantajından yararlanan Avrupa Birliği (AB) ile AB dışında kalan diğer Batı devletleri, bilerek veya bilmeyerek -bazıları çaresizlik nedeniyle- ABD’nin dümen suyuna girdiler.

ABD, bu hayalin peşinde, yanlış üstüne yanlış yaparken dünyada başka gelişmeler oluyordu. Rusya, Gorbaçov’dan farklı olarak Rusya’yı, Batı ile çatışma pahasına eski günlerine geri döndürme kararlılığındaki Putin’in yönetimine giriyor, yüksek petrol fiyatları ve doğal gaz, Rusya’nın hızla eski gücüne kavuşmasına yol açıyordu.

Aynı dönemde, on yıllardır, zaman zaman aşağılanmaya bile katlanmak pahasına, devlet yönetiminde ve denetiminde bir kapitalizm uygulayan Çin, önde gelen bir oyuncu olarak sahneye çıkıyordu. Onu Hindistan, Brezilya gibi ülkeler izliyor, yeni düzen hiç de ABD’nin hegemonyasına tabi olacak gibi görünmüyordu. İlginç olan Çin’i, başrol oyunculuğuna, ucuz iş gücü nedeniyle hemen bütün üretimlerini Çin’de yaptıran Amerikan firmaları hazırlıyordu. “Kuşak-yol” projesi ve Afrika kıtasındaki hamleleri ile ekonomik açıdan başat bir güç haline gelen Çin, askeri gücünü de hızla artırmaya başlıyor, bir yandan da özellikle Orta Asya’da, Rusya’nın da katıldığı, Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) gibi girişimlere öncülük ediyordu.  

Bu arada ABD, stratejik ortağı İngiltere’nin desteği ile petrol üzerinde tam bir hâkimiyet kurmak amacıyla, düzmece kitle imha silahı raporlarıyla Irak’a saldırıyordu. İsrail’in yayılmacı siyasetinin peşine takılıp, Büyük Orta Doğu Projesi'ni (BOP) uygulamaya koyuyordu. Böylece, Osmanlı Devleti’nin henüz tamamlanmamış tasfiyesini daha da karmaşık hale getirecek yeni bölünmeler ve IŞİD türü terör örgütleri yaratarak, Kuzey Afrika ve Orta Doğu’yu büyük bir kargaşanın içine atıyordu. Bu politikanın bir sonucu da AK Parti yönetimindeki Türkiye’nin de desteği ile Suriye’nin kaosa sürüklenmesi ve Rusya’nın, Orta Doğu’ya ve Akdeniz’e, yani “sıcak denizlere”, geçmişe oranla daha da güçlü biçimde inmesi oluyordu.

Rusya, Batı’nın Yugoslavya’yı dağıtırken uyguladığı, her yeni devlette, gerektiğinde o ülkeyi ve bölgeyi istikrarsızlaştırmak amacıyla kullanmak üzere, diğer devletlerden azınlıklar bırakma politikasından başarıyla yararlanıyordu. Rusya’nın Azerbaycan, Gürcistan, Kırım ve nihayet Ukrayna’da uyguladığı, “Rus veya diğer azınlıklardan yararlanarak bölme/yutma” politikaları, Batı’yı kendi stratejisi ile vurma örnekleridir.

ABD’nin, Çin’in yeni konumunu geç de olsa görüp önlem alma gereksinimi; bu ülkeyi, Rusya’yı Ukrayna üzerine kışkırtmaya yöneltiyordu. Bu stratejinin bir ayağı, özellikle doğal gaz gereksinimi nedeniyle Rusya ile giderek daha yakın ekonomik iş birliği ve bağımlılık içine giren Avrupa’yı, Rusya’dan uzaklaştırmak; İsveç ve Finlandiya’yı NATO’ya alarak Rusya’yı çevreleme stratejisini bir adım daha ileri götürmekti. Rusya yaptırımlar yoluyla da zayıflatılacak ve Çin, kaçınılmaz görünen çatışmada yalnız bırakılacaktı. ABD’nin Güney Pasifik girişimleri de bu olası çatışmaya hazırlık düzenlemeleridir.

Bunlar dünyanın büyük bir çatışmaya doğru gittiğini gösteren ciddi belirtilerdir ve Türkiye’yi çok yakından ilgilendirmektedir. Ancak Türkiye, bilgiye, deneyime ve uzmanlığa dayanan, iyi düşünülmüş bir stratejiyle değil, tek bir kişinin günübirlik politikaları ile hareket etmekte olduğu izlenimini vermektedir. Bu, pahalıya mal olacak, tehlikeli bir duruştur.