6. İstanbul Uluslararası Halk Müzikleri Festivali
6. İstanbul Uluslararası Halk Müzikleri Festivali
6 sanduka mezar gün yüzüne çıkarıldı
6 sanduka mezar gün yüzüne çıkarıldı
Mazhar Alanson'un kızı hayatını kaybetti
Mazhar Alanson'un kızı hayatını kaybetti
Künhü'l Ahbar basıldı
Künhü'l Ahbar basıldı
123456789
6. İstanbul Uluslararası Halk Müzikleri Festivali
6. İstanbul Uluslararası Halk Müzikleri Festivali
6 sanduka mezar gün yüzüne çıkarıldı
6 sanduka mezar gün yüzüne çıkarıldı
Mazhar Alanson'un kızı hayatını kaybetti
Mazhar Alanson'un kızı hayatını kaybetti
Künhü'l Ahbar basıldı
Künhü'l Ahbar basıldı
123456789

Urla'da Felsefe Gönüllüleri ve Felsefe Şenliği

Ali Osman Gündoğan

Bilimsel, felsefi düşünüş ve tavrın toplumda karşılık bulması ve yerleşmesi için gönüllü gurupların etkinlikte bulunmalarının çok önemli ve değerli bir etkisi var. Ülkemizin pek çok yerinde duyarlı olan insanlarımız tarafından kurulan gönüllü ve sevdalı olan guruplar, kendi aralarında bilim, felsefe, sanat adına dayanışmanın güzel örneklerini oluşturuyorlar. Bu, üniversiteler dışında toplumsal hareketlilik adına da değer verilmesi gereken oluşumlara işaret ediyor. Yerel yönetimlerin, sivil toplum örgütlerinin ve üniversitelerin de böylesi oluşumları desteklemeleri oldukça önemlidir. Urla’da böylesi bir gurup var: Urla Felsefe Gönüllüleri.

Urla Felsefe Gönüllüleri, Urla Felsefe Günleri adı altında bu yıl yedinci etkinliklerini gerçekleştirdi. Gurubun kurucusu Mahmut Tolon. İlk toplantılarını 2014 yılında yaptılar. Bu toplantının gerçekleşmesinde Şafak Ural Hoca'nın da çok büyük bir emeği var. Mahmut Tolon’un çabalarıyla Urla’lı filozof Anaksagoras’ın heykeli dikildi. Antik adı Klazomenia olan Urla, bu yıl da 7-8 Ekim tarihlerinde çok güzel bir felsefe etkinliğine ev sahipliği yaptı. Urla Felsefe Gönüllüleri’nin bu yıl Sözcülüğünü yapan Hüsniye Demircioğlu’nun açılışta yaptığı konuşmada, felsefe adına duydukları heyecan muhteşemdi. Talat Kutlukaya, Muammer Argün ve Pervin Toğu, Hüsniye Hanım'ın arkadaşları olarak etkinlik süresince mükemmel bir dayanışma örneği sergiledi. Urla Kaymakamlığı ve Belediye Başkanlığı'nın da etkinliğe verdikleri destek gözle görülür idi. Urla Kaymakamı'nın etkinliğin açılışında yaptığı konuşma, yöneticilerin bilim, felsefe ve sanat gibi alanlara karşı duyarlı oluşlarına da güzel bir örnek teşkil etti. Urlalı dostlarımız, her yıl geniş katılımlı bir buluşma yanında aylık felsefe sohbetleri de düzenlemek suretiyle farklı konuşmacıları davet ederek ülkemizin felsefecileriyle tanışma ve Urlalıları tanıştırma gibi bir gayretin de içindeler.

Urla, özellikle filozof Anaksagoras kaynaklı olarak felsefe geleneğini devam ettirmeye çalışan bir ilçemiz. Ege kıyıları, felsefenin doğduğu, geliştiği bölgemiz. Anadolu, tarihi geçmişi ile bugünü buluşturduğunda gerçek zenginliğine kavuşacak ve kendi bünyesinde yaşattığı bütün kültür ve medeniyetlerin üstünde bugün kendisine has olan medeniyeti gerçekleştirme ve yaşatma imkânına kavuşabilecektir. Çünkü Anadolu, tarih boyunca elde ettiği zenginlikleri yaşatabildiği ve onları bir senteze kavuşturabildiği ölçüde bütün insanlığa hitap edebilecek bir mesaj sahibi olabilir. Tarihin her döneminde olduğu gibi bugün de bütün insanlığa hitap edebilecek evrensel mesaj sahibi olunmadığı takdirde, düşüncenin yerelden evrensele taşınması mümkün değildir. Anadolu, kendi tarihinde temsil edilmiş olan bilim, sanat ve felsefe sayesinde yereli evrensele taşıyabilecek bir potansiyele sahiptir. Milet, Efes, Urla, Asos, Sinop ve daha pek çok Anadolu yerleşim yeri, felsefenin ruhunu taşıyor.

Felsefi ve bilimsel düşüncenin ortaya çıkması, yerleşmesi ve gelişmesi hiç de kolay değildir. Sık sık engellerle karşılaşır felsefe, bilim. Urlalı Anaksagoras da düşüncenin başına gelebilecek tehlikelere maruz kalmış bir filozof. Dine aykırı hareket etmekle suçlanan ve cezalandırılan ilk filozoftur Anaksagoras. Bir göktaşını inceleyip, bu inceleme sonucu olarak güneşin yanan bir taş kütlesi olduğunu söylemek, kutsal ve hatta Tanrı sayılan güneşin yanan bir taş kütlesi olduğunu iddia etmek, dini ve siyasi bir suçtur. O zamanlar dini suç, aynı zamanda siyasi bir suç da sayılmaktadır. Dini suçun siyasal olarak da yorumlanması, sadece tanrılara karşı değil siteye karşı da bir suç olması, filozofu sitenin yargıçlarının eline teslim eder ve Anaksagoras, sürgüne yollanır. Düşünce, sadece bugün değil geçmişte de tehlikeliydi. Felsefe, bilim, sanat bu tehlikeyi göze almaktır. Anaksagoras’ı sürgüne gönderenler yaşamıyor ama Anaksagoras yaşıyor.

Anaksagoras, kaosu kozmosa çeviren ve onu aklın konusu yapan şeyin, ezeli ve ebedi olan Nous olduğunu söyler. Bu, düşünen makul bir kuvvettir ve ilk defa Anaksagoras’ta ortaya çıkar. Bu kuvvet, evreni belirli bir gayeye doğru geliştirerek düzenlemektedir. Bu kavram ile Anaksagoras, felsefe tarihinde ilk defa teleolojik (erekselci) görüşü savunan filozof olarak ortaya çıkar. Bir bakıma Urlalı bizim filozofumuz, felsefe tarihinde ilkleri ile de ünlüdür. Urlalı felsefe gönüllüsü dostlarımızı hareket geçiren de önemli ölçüde Anaksagoras olmuştur. Urla’da felsefe etkinliği, bir bakıma Anaksagoras anısına yapılan etkinlik gibi de düşünülebilir.

Urla’da bu yıl yapılan etkinliğin başlığı; "bilgi, bilim ve felsefe" idi. Etkinliğin akademik danışmanlığını Doğan Göçmen yaptı. Öncelikle bilgi, bilim ve felsefeden ne anlaşılması gerektiği konusunda fikirlerin ortaya konulduğu ve bilim ile felsefenin hayat içinde nasıl bir arada olmaları gerektiği konusunu ben ele aldım. İçinde bulunduğumuz dönem, bilgi ve doğruluk konusunda bir bulanıklığa işaret ediyor. Onun için doğruluktan değil, doğruluklardan, hakikatten değil hakikatlerden ve hatta hakikat sonrasından bahsediliyor. Postmodernizm, post-truth kavramları merkezi kavramlar haline gelmiş durumda. Bir şeyi eğip bükmeye ve gerçekliğin yerine söylemi geçiren bir anlayışa doğru gidiyoruz. İhtiyaç duyduğumuz şey, her şeyi eğip bükmeye fırsat vermeyecek olan bir sabit noktadır. Günümüzde bunun arayışı içinde olan Alaine Badiou, “tam altı yıl” sürdüğünü söylediği çalışması olan Platon’un Devleti adlı diyalogda, “Çünkü bugün Platon’a ivedilikle ihtiyaç duyuyoruz ve bunun da sebebi çok açık: Bu dünyadaki hayatımıza yön verebilmemiz için, mutlak olana bir şekilde erişmemiz gerektiği inancına hayat veren Platon’dur” der. Bu konuda Platon’u Descartes, Hegel ve Heidegger’den de ayırır ve asıl sebep olarak da Platon için “dokumuzu oluşturan ‘duyumsanabilir’in bireysel bedensellik ve kolektif retoriğin ötesine geçerek, ebedi hakikatlerin inşasına katkıda bulunuyor olması”nı gösterir. Descartes’te, “yukarılarda hakikatlere nail bir Tanrı’nın bulunuyor olması” dolayısıyla Platon ile farkını ortaya koyar. Hegel ve Heidegger’in de “bizleri(n) bu Mutlak’ın tarihkâr (historial) özne-oluş figürlerinden ibaret” olarak görmelerinden dolayı yine Platon ile farklı olduklarını ifade eder. Burada Platon’un mutlak olandan kastının Tanrı ya da Tanrı’nın tarih içinde kendisini göstermesinden başka bir şey olduğudur. Platon’un Badiou’ya göre asıl katkısı, “demokratik materyalizm” adını verdiği şeyin aşılmasına olan katkısıdır. Badiou’nun, demokratik materyalizmden kastı da “sadece bireyler ile toplulukların var olduğu ve bunlar arasında birtakım sözleşmelerin müzakere edildiği” durumdur. Platon, mutlak olana ihtiyacımızı karşılamak suretiyle bu durumun aşılmasına hizmet ve katkı sunmaktadır. Badiou, sadece Platon’a vurgu yapmakla özellikle Hegel’e haksızlık yapmış görünmektedir. Hegel’de, Platon’da olmayan şey, aranılan Mutlak’ın zaman içerisinde kendisini göstermiş olması, felsefe ile hayatı da bütünleştirmesidir.

Bilim ve felsefenin düşmanı olan kesin inanç ve önyargılara karşı eleştiriyi öne çıkaran felsefi tavır, Kamuran Elbeyoğlu’nun konusuydu. Elbeyoğlu, bu meseleyi, Kierkegaard’ın estetik, etik ve dini varoluş aşamalarını dikkate alarak değerlendirdi. Matematik konusunda model ve tasarım kavramları çerçevesinde tarihsel ve felsefi bir çözümleme, Berno Kuryel tarafından yapıldı. Hakan Poyraz, bilimsel doğruluğun etikte bir karşılık bulup bulamayacağını tartıştı. Bu tartışmada olgusal doğruluk ve bu doğruluğu dile getiren önermeler ile ideal durumları dile getiren etik alana ait önermelerin bir karşılaştırmasını yaptı. Olgusal önermeler, “bu, budur” biçiminde ifade edilirken etik alana ilişkin önermeler "-meli", "-malı" biçiminde dile gelen ideal durumlara ilişkin önermelerdir. Olan ile olması gereken arasındaki ayrım, bilimsel doğruluğun etik alana ilişkin uygulanabilir oluşu konusundaki tereddütleri de içeriyor.

Hakikate gidiş ve felsefenin vazgeçemeyeceği kuşku, hem Celal Yeşilçayır’ın hem de Doğan Barış Kılınç’ın konusuydu. Kuşku, kendinden önceki düşünceyi kapsayarak o düşüncenin nasıl aşılması gerektiği konusunda ufuk açıcı bir yöntemdir. Kuşku, yapıcı olmak suretiyle Karl Jaspers’in tanımında olduğu gibi, felsefenin yolda olmak oluşunu sağlayan ve bütün bir felsefe yapma sürecine eşlik eden tavırdır. Ama metodik olmayan ve amacı, sadece kuşku duymak, bu suretle de yargıda bulunmayı askıya alan kuşku, bizi yola çıkaramaz, yürüyüş haline getiremez. Yukarıda kısaca değindiğim çağımıza ilişkin durum üzerine post-truth çağında bilim, felsefe ve politikanın durumunu Cengizhan Akdaş da bir değerlendirmeye tabi tuttu.

Sosyal bilimlerin hem adlandırma hem de bilimselliği konusu oldukça tartışmalıdır. İnsani bilimler, kültür bilimleri, manevi bilimler, sosyal bilimler gibi farklı adlandırma örnekleriyle karşılaştığımız bu alan hakkındaki bilgilerin bilimsel olma nitelikleri konusunda da ciddi tartışmalar vardır. Bilim denildiğinde sadece doğa bilimleri akla gelir ve doğa bilimleri dışındaki disiplinlerin bilimselliği ciddiye alınmadığı gibi bilgileri de kesinlikten uzak olarak nitelendirilir. Çünkü kesinlik, nicel hale dönüştürmeyle mümkündür. Ölçülebilir, tartılabilir, sayıya vurulabilir olma, doğa bilimlerinde oldukça önemsenir. Oysa niteliksel olanın niceliksel ifadesi de tartışmalıdır ve nitelikler ölçülebilir olmaktan uzaktır. Hal böyle olunca manevi alana ilişkin olan konular, sayıya vurulabilmekten uzak hale gelir ve onların kesinlik iddiası da zayıflar. Ama bilim denildiğinde anlaşılması gereken, doğa bilimi modeli midir? Doğa bilimleri özneden bağımsız, öznenin karşısına konulmuş bir gerçeklik alanını açıklama çabasıdır. Bu çaba, yöneldiği gerçeklik alanını da yasalaştırılabilir olgulardan ibaret görür. Oysa manevi alan, tekillikler alanıdır ve orada tekrara rastlanmadığı için de yasalaştırma mümkün hale gelmez. Böyle olmakla birlikte bu alanı anlamak için elbette doğa bilimlerinden ve doğa bilimlerinin verilerinden faydalanmak gerekir. İnsan hakkında bir felsefe en azından biyoloji, genetik, anatomi gibi alanların bilgisine başvurmayı gerektirir. İnsani bilme biçimleri olan hukuk, sanat, felsefe, etik, tarih, siyaset gibi alanlar da böylece doğa bilimleriyle ilişkili hale gelir. "Ama bu alanlar da bir bilim olarak kurulabilir mi?" sorusu, Urla Felsefe Etkinliği'nin bir arayışı idi.

Siyaset bilimselleştirilebilir mi? Siyasetin bilimselleştirilmesinden neyi anlamamız gerekir? Bu sorular, Fahriye Yaraş Elalmış’ın tartıştığı sorulardı. Modern felsefede hukuk bilimi konusundaki tartışmalar da Selen Akman Genç tarafından ortaya konuldu. Doğan Göçmen, "Klasik Alman Felsefesi'nde Tanıtlama ve Felsefenin Bilimselleşmesi" başlıklı konuşmasında, felsefede tanıtlama ve felsefenin bilimselleşmesi kavramlarından ne anladığını ortaya koydu. Tutarlı bir akıl yürütme çerçevesinde bütün bir varlığın rasyonel kavramına ulaşmak, içinde hiçbir çelişki barındırmayan bir sistematik oluşturmak, felsefenin bilimselliği ile doğrudan bağlantılı. Özellikle Hegel örneğinde bunu görüyoruz. Bu, varlık temelli bir epistemoloji yapmak anlamına da geliyor. Ben, burada yaptığım konuşmada, bilime felsefe, felsefeye bilim katmak ifadesiyle felsefeyi gerçeklikten ayıran tavırları eleştirirken bilimin sınırlarını genişletmeyi öne çıkardım. Göçmen de filozofun yere sağlam basması gerektiğini, varlıktan hareketle varlığın bütünlüğü ve birliğini ortaya koyacak felsefenin imkânına işaret etti. Göçmen’in konuşmasında bir diğer husus da bütün bilimlerin bilgilerinin üstünde ve onları bir birlik ve bütünlük içerisinde bir mana birliğini ortaya koyacak bilimsel bir felsefe ihtiyacına dikkat çekilmesi idi.

Urla Felsefe Etkinliği'nde felsefe sanatla da buluştu. “Her Şey Her Şeyin İçinde” adlı felsefi oyun, okuma tiyatrosu gönüllülerince sahnelendi. Senaryo, Gözde Özelce tarafından kaleme alınmış. Bu eser; Anaksagoras, Einstein ve Yunus Emre’yi buluşturup konuşturuyor. Hepsinin aradığı ama farklı kavramlarla dile getirilen hakikatin sanat olarak dilini bize tanıttılar.

Urla Felsefe Gönüllüleri gibi gurupların çoğalması en büyük dileğimizdir. Ülkemizde bilim, felsefe ve sanat konusunda bilinçlenme, aydınlanmanın da yolunu açar.