Erkan Yolaç hayatını kaybetti
Erkan Yolaç hayatını kaybetti
Ücretsiz olacak başvurular başladı
Ücretsiz olacak başvurular başladı
Türk oyuncular Cannes'da
Türk oyuncular Cannes'da
Meryl Streep'in gözyaşları
Meryl Streep'in gözyaşları
123456789
Erkan Yolaç hayatını kaybetti
Erkan Yolaç hayatını kaybetti
Ücretsiz olacak başvurular başladı
Ücretsiz olacak başvurular başladı
Türk oyuncular Cannes'da
Türk oyuncular Cannes'da
Meryl Streep'in gözyaşları
Meryl Streep'in gözyaşları
123456789

ZAMANDAKİ BİZ/BİZDEKİ ZAMAN

Ali Osman Gündoğan

Geçen haftaki yazımı şu cümlelerle bitirmiştim: “Gelecek, geçmişi olduğu gibi kabul etmez. Geçmişin kendisini yenileyerek geleceğe katılması, geçmiş tarafından gerçekleştirilebilir bir şey olmadığında gelecek, kendini yeniden kurmanın imkanlarını sunar. İşte insana düşen, bu imkanlara yani geleceğe atılmaktır”.

Bu ifadelerle söylemek istediğim şu idi: Zaman, insan için en önemli sorundur. Zaman, süreklilik halinde parçalara ayrılabilir bir şey olarak düşünüldüğünde ciddi sorunlar da doğurur. Ne var ki onu, kendi sürekliliği ve bütünlüğü içerisinde kavramaya çalışmak da bir bilinç varlığı olan ve kendi kendisini de var etmek, anlamak, tamamlamak ve hatta bir şey olmak isteyen ve kendisini kendisine sorun eden insan varlığı açısından da kavramak zorunluluğu vardır. Çünkü özellikle bütün varoluşçu filozofların da üzerinde durduğu gibi insan, ancak zaman ile ilişkisinde anlamını kazanabilir ve kendisini bu ilişki çerçevesinde anlar, kurar. Bu yazıda Sartre’ı merkeze alarak ve geleceğin imkanlarına atılmanın da ne olduğuna dikkat ederek konuyu tartışmaya çalışacağım.

Sartre için bilinç (kendisi için varlık), zamansallıkta temellenir. Bilincin zamansallıkla ilişkisi onu tarihsel bir varlık yapar. Sartre Varlık ve Hiçlik’te, zamanın fenomenolojik bir analizini yapmaya çalışır. Zaman fenomeninin bize nasıl göründüğü, göründüğü biçimiyle onu tasvir etmek, fenomenolojik bir bakıştır. Sartre bu bakışa, kendi fenomenolojik ontolojisini ortak eder. Zaman geçmiş, şimdi ve geleceğin verilerinin toplamı değildir. Zamanı, üç boyutun verilerinin toplamı ya da derlemesi olarak görmek, bizi bir paradoksa götürür: Geçmiş artık yoktur. Gelecek henüz yoktur. Şimdi ise şimdi denildiğinde şimdi olmaktan çıkmakta ve artık var olmayan geçmişe katılmaktadır. Böylece geriye sadece zaman denilen şeyin kendisi kalmaktadır. Ama zaman denilen şeyin kendisi de sanki soyut bir şey olarak değerlendirilmek durumuna düşmektedir. Bu soyut olma halini somuta dönüştüren, geçen hafta üzerinde durduğumuz hareket ve harekete ilave olarak da bellek ve umuttur. Bellek ve umut, zamanı parçalamanın ortadan kaldırılmasına imkân verirler, zamanı bir süreklilik olarak kavramamızı sağlarlar ve böylece de zamansallığı, bir bütünlük olarak göz önüne getirirler.

Ontolojik bir gerçeklik olarak "şimdi"de yaşarız. Geçmiş ve gelecek yaşanmış ve yaşanacak olmak nitelikleri ile bizim şimdiki gerçekliğimizin uzağında bulunurlar. Geçmiş, olmuş bitmiş bir şey olarak olgusal durumumuza, kısacası kendinde varlık alanına dahil olmuştur. Gelecek, olacak olanlar olmak bakımından imkanlarımıza işaret eder ve şimdi ile birlikte bilincin yani kendisi için varlığın varoluş alanına girer. Geçmiş, artık olduğum şey olduğundan olmakta olduğum ya da oluşmakta olacağım şey değildir.

Geleceğin imkanlarının çokluğu, geleceği belirsiz kılar. Hatta hangi imkanlar olduğu bile genelde bilme kapasitemizin dışındadır. Öyleyse gelecek, olumsaldır. Şimdi, bu imkanlarla bizi yüzleştirir. Bilinç varlığı olarak bizler, bu imkanlara yöneliriz. Ama şimdi, sorunludur. Sartre bu sorunlu hali Varlık ve Hiçlik’te şöyle ifade eder: Şimdiki zaman “var değildir; mevcut an, kendi-içini (bilinci) gerçekleştirmeye ve şeyleştirmeye yönelik bir kavrayıştan yayılır; kendi-içini ne ise o olan aracılığıyla ve kendi içinin mevcut olduğu şey aracılığıyla”. Şimdiki zamanı an olarak kavramanın da mümkün olmadığını, çünkü “o taktirde an, şimdinin olduğu an olurdu. Oysa şimdiki zaman yoktur, kendini kaçma formu altında şimdileştirir” biçiminde dile getirir. Bu ifadelere göre kendimizi gerçekleştirmeye var olmayan bir şimdide çalışıyoruz. Var olmayan şimdi ile geçmişten kaçıyoruz ama geleceğin bizim için sakladığı imkanlar vasıtasıyla geleceği de şimdiye taşımak istiyoruz. Ayrıca burada dikkate değer bir husus daha vardır: Mevcut an’ın bilince gerçekleştirmesi ve şeyleştirmesi, onu zamanın ilk formu olan geçmişe dahil etmesidir. Bilinçte bir şey gerçekleştiğinde gerçekleşen olgusal bir duruma dönüşmek suretiyle geçmişin malı, yani kendinde varlığın malı olur.

Sartre, bilinç için “ne ise o olmayan ne değilse ise o olandır” derken aslında bilincin zamanla ilişkisini ifade ediyor. Ne ise o olan, değişmeden kalan için kullanılan bir ifade. Yani özdeşlik ilkesini nesneler için kullanıyor Sartre. Geçmiş, bu anlamda artık, bizim geçmişimiz de olsa ne ise o olandır. Ama bilinç, kendisine ait ne ise o olandan yani nesne haline gelmiş kendi geçmişinden kaçtığı ve yeni bir şey olmaya doğru gittiği için artık ne ise o olmayan olarak nitelendirilir. Bir şey olmaya doğru gidilen gelecek ise henüz olmadığımız şeydir. Gelecek itibariyle de bilinç, ne değilse o olan olarak adlandırılır. Öyleyse bilinç varlığı olan insanın ne ise o olmaması geçmişiyle ne değilse o olması da geleceğiyle ilgilidir. Yukarıda ifade edilenlere göre gelecek, bilincin olacağı şeydir. Olduğu şey, geçmişte kalmıştır. Aslında bilinç ne olduğu şeydir ne de olacağı şeydir. Olacak olan yani gelecek, olmuş olanın yani geçmişin karşısında durmaktadır. Sartre, olacak olan geleceği, “benim varlığımın ötesinde varlığa mevcut olma imkanımdır” diye tanımlar. Bu tanımlama, geleceğin mevcut olmadığını ama sürekli olarak kendisini mümkün bir var olma tarzı olarak tuttuğunu gösterir. İşte bu hem sıkıntılı bir durumdur hem de bilince sunduğu var olma imkanıdır ve gelecek "şimdi"de bir türlü olacak olduğum şey olarak gerçekleşmediği, sadece bir imkân olarak durduğu için imkanlar karşısında hem de olumsal olan imkanlar karşısında bizi özgürlüğümüzle baş başa bırakır.

Geleceğin belirsizliği özgür kıldığı gibi bizi iç sıkıntısı ya da kaygı dediğimiz varoluşsal bir hal ile karşı karşıya getirir. İmkanlar demek, bizi seçmek ve karar vermek durumunda bırakmak demektir. Bundan dolayı sürekli seçmek ve karar vermek durumundayızdır. Seçmek ve karar vermek, özgürlüğün gerçekleştiği bir durumdur. Seçmemezlik yapamayız ve bundan ötürü de özgür olmamak gibi bir durum içinde de değiliz. Sartre’ın özgür olmaya mahkûm olmaktan kastettiği de seçimleriyle kendi özünü belirlemek durumda kalan insanın varoluşunun özünden önce gelmesidir. Bu durumda özgürlük, bilincin bir niteliği değil, onun varlık yapısına aittir ve daha doğrusu bilinç, özgürlüktür. Bunun birkaç nedeni üzerinde durulabilir: Öncelikle insanın özünü belirleyecek bir Tanrı yoktur. İnsan varlığının derinlerinde yatan bir doğasından da bahsedilemez. O, bir hiç halindedir. Onun bilinci, bir şeyin bilincidir ve bir şeyin bilinci olma dışında da yoktur. Bir şeyin bilinci olmak, bilinci yöneldiği şeyden ayırır ve kendisini bir hiçlik haline getirir. Böyle bir bilinç anlayışı, fenomenolojiden alınmıştır ve Sartre için artık bilinci, henüz olmamış olan ama kendi kendisini var edecek bir konuma dahil eder. Öyleyse insan, kendini yaratır, yaratıcısı kendisidir ve ne olmak isterse o olur. Sartre’ın bu düşüncesini Copleston şöyle yorumlar: “İnsan daha-şimdiden-yapılmamış olandır. Kendisini kendisi yapmaktadır. Yolu önceden belirlenmiş değildir: bir bakıma sapamayacağı bir çift ray boyunca ilerlememektedir”. İnsanın kendisini var etmesi, yokluktan çıkarıp var etmesi anlamında değildir elbette ama kendi seçimlerinin üzerine dayanıyor olması anlamında kendi kendisini var etmektir. O, ilerlediği yolda sürekli makas değiştirebilme imkanına sahiptir. Çünkü her an, makas değiştirme durumuyla karşı karşıyadır. Makas değiştirmek demek, bir yolu üstlenmek anlamına gelir. Makas değiştirmeyi etkileyecek iç ve dış nedenleri bir kenara bırakan, böylece de belirlenimci her türlü anlayıştan uzak olan Sartre insanı, kendi kendisiyle baş başa bırakmaktadır. Bu düşünceler gözümde şöyle bir manzara oluşturuyor: Koskoca bir meydana bırakılmış durumdayız. Oraya nasıl bırakıldık, bilmiyoruz ve hatta nedensiz bir şekilde oradayız. Yalnız ve kimsesiz. Meydana açılan bir sürü sokak var. Bu sokaklardan istediğimize girebiliriz. Hangi sokağa gireceğimizi belirleyen zorunlu bir neden yok. Her şey elimizde ve elimizde olan ne varsa sorumluluğu da kendi omuzlarımızda. Sıkıntı, bu sorumluluğu yüklenmektir.

Sartre, bizim irademize bağlı olanlar ile irademize bağlı olmayanlar arasında herhangi bir ayrım yapmıyor. Oysa her yolda elbette bizim karşımıza çıkacak olan engeller var. Bu engeller, benim kendi seçimlerim nedeniyle kendim olmam önündeki engeller midir yoksa yine kendi seçimlerimle üzerinden gelinmesi ve aşılması gereken engeller midir? İnsanın kendisini kandırmasına hiç gerek yok. Böyle bir durumda Sartre’ın yan çizdiğini söylemek mümkün. Evet sadece Sartre değil, pek çok insan belki yan çizebilir. Engeller, seçimlerimizi değiştirmemiz için bir neden oluşturmaya başladığı yerde artık çevreyi, kendimizi, eğilimlerimizi, toplumu görme biçimimizi değiştirmek suretiyle yine kendi özgür seçimlerimizle yola devam ederiz. Özgürlük ve seçme durumumuz bizi kendimizle yüz yüze getirir. Bana göre bu durum, geleceğin şimdi vasıtasıyla bizi değiştirdiği ama değiştirdiği halimiz tarafından da geleceğin belirlendiği anlamına gelir. Dolayısıyla biz, şimdi ve gelecek aracılığıyla zamansal varlıklar olarak zaman tarafından hem belirlenir hem de zamanı belirleriz. Zaman hem bizde hem de biz zamandayızdır.