TÜİK çocuk istatistikleri
TÜİK çocuk istatistikleri
Nuri Alço Ankara'ya sevk edildi
Nuri Alço Ankara'ya sevk edildi
Yenişehirlioğlu'nun Rolex kazası
Yenişehirlioğlu'nun Rolex kazası
Time Dergisi 2024 yılının en etkili 100 insanını açıkladı
Time Dergisi 2024 yılının en etkili 100 insanını açıkladı
123456789
TÜİK çocuk istatistikleri
TÜİK çocuk istatistikleri
Nuri Alço Ankara'ya sevk edildi
Nuri Alço Ankara'ya sevk edildi
Yenişehirlioğlu'nun Rolex kazası
Yenişehirlioğlu'nun Rolex kazası
Time Dergisi 2024 yılının en etkili 100 insanını açıkladı
Time Dergisi 2024 yılının en etkili 100 insanını açıkladı
123456789

Emperyalizm, milliyetçilik ve savaş

Dünyanın her gün giderek daha fazla yangın yerine döndüğünü görmemek mümkün müdür? Su, ham madde, enerji kaynakları, piyasa çatışmaları ve savaşları. Rusya-Ukrayna Savaşı'nın en az 25 yıldan beri adım adım yaklaştığını algılamamış olmak mümkün değildir. Ege’de ve Kıbrıs’ta yeniden kışkırtılan savaş tehlikesi. Yeniden kızıştırılan Tayvan-Çin meselesi. Orta Doğu’nun her karışı, yıllardan beri büyük bir savaş konusudur. Orta Doğu bugün artık öyle bir kızışmıştır ki en ufak bir gerginlikte çatışmanın, bir dünya yangınına dönüşebilecek potansiyeli barındırdığını ve böylelikle dünya politik sisteminin ne kadar istikrarsız ve dayanıksız olduğunu son 10 yılda defalarca gördük.


Politikanın başka araçlarla yürütülmesinde gelinen durum

Çok değil, son 20-30 yıl öncesine kadar uluslararası siyasette savaş, en azından resmi söyleme göre tabu idi. Fakat bugün artık savaş, politikanın sürekli daha sıklıkla başvurduğu bir araca dönüşmüştür. Savaş, hemen herkesin gözünde politikanın en meşru araçlarından biri olmuştur.

Carl von Clausewitz’in, "savaşı siyasetin başka araçlarla yürütülmesi" olarak belirlediği ünlü savaş tanımını hatırlayalım. Kanımca savaş üzerine yürütülen yeni tartışmalar, yeni savaş teorileri, Clausewitz’in tanımının geçersizliğini göstermekten çok, geçerliliğini vurgulamaktadır. Yeni savaş teorileri, savaşın değişen araçlarına ve yöntemine ilişkindir, savaşın doğasının değiştiğini gösteren tartışmalar değildir. Savaş politik bir amaçtan doğmaktadır. Eş deyişle savaşın amacı politiktir. Her ne olursa olsun; söz konusu politik amacın gerçekleşmesi için savaş, “düşmana” kendi irademizi kabul ettirmek için başvurulan “kuvvet kullanma eylemidir.” Birinin diğerine iradesini dayatma eylemi, onu her zaman için bir iradesizleştirme, bir köleleştirme eylemidir. Clausewitz, bu nedenle, “politika bütün savaş eyleminin iyice içine işleyecek ve savaşın içinde patlayan kuvvetlerin doğasının müsaade ettiği oranda savaş üzerinde sürekli bir etki yapacaktır” demektedir. Fakat savaş saf bir politik eylem değildir. Tersine savaş, “gerçek bir politik araç, politik ilişkinin bir devamı, politikanın başka araçlarla uygulanması” olmaktan başka bir şey değildir.


Yeni savaş durumu

Barış araştırmacıları, dünya çapında yüzdeliğe vurunca dünyada barışın hüküm sürdüğü alanının gittikçe azaldığını ve savaşa katılan dünya nüfusunun oranının da gittikçe arttığını vurguluyor. Bunun sonucu olarak yayılmacılık ve işgal politikası farklı gerekçelerle dünya politikasının açıkça savunulan ve uygulanan politika ilkesi haline gelmiştir. Savaş artık politikanın başka araçlarla sürdürülmesinde gittikçe daha çok “normal” bir araca dönüşmektedir.

Uluslararası siyasette yaşananlara dair uzman gözlemciler, nükleer silahlanma da dâhil olmak üzere uluslararası tüm silahlanmanın tamamıyla kontrolden çıktığını; ABD’nin Çini de vuracak yeni nükleer silahlanma projelerini hayata geçirmeye başladığını belirtiyor. Rusya-Ukrayna Savaşı'nın durdurulması için gösterilen, Türkiye’nin de içinde bulunduğu uluslararası çabalara mesafeli duran, en başta ABD olmuştur. Başlayan savaşın durmaması, tersine kızışarak sürmesi için Batı, Ukrayna’yı silah deposu haline getirmiştir. Bu savaştan en çok da ABD silah tekelleri kâr etmektedir.

Gelinen durumda savaşın, politikanın başka araçlarla yapılması bakımından belirleyiciliğinin hangi boyutta olduğunu göstermek için, sadece bir istatistik paylaşmak istiyorum. Evsiz, barksız, okulsuz kalmış çocuklar değil, yurtsuz, yuvasız kalmış çocuklar değil, sakat kalmış veya ölmüş çocuklar da değil; mevcut durumda savaşlardan dolayı sadece evini, barkını terk edip kaçmak, göçmek zorunda olan 0-11 yaş arasındaki çocukların sayısı, aynı yaş grubunda olanların yüzde 20’sini aşmıştır. Bu, mutlak sayı ile hâlihazırda 37 milyona denk gelmektedir.

Neden bu akıl dışı saçma durum? Dünya politikasını belirleyen en yetkin politikacıların en akıllı, en zeki insanları olması gerekmiyor mu? Zira hepsi yaşını başını almış, yetişkin ve dünyanın en deneyimli insanları. Ama hepsi sürekli savaş peşinde ve Kant’ın tabiriyle "Kan dökmeye bir türlü doymuyorlar". Bu durumu nasıl açıklayacağız? Kanımca bunun açıklaması ancak “modern emperyalizm” kavramını apaçık edince mümkün olacaktır. Bu konuda en temelde olan kaynak J. A. Hobson’ın ilk defa 1902 yılında yayınlanmış olan Bir Emperyalizm İncelemesi adlı kitabıdır. Bu konuda yapılacak tartışmalara Hobson ile başlamak gerekiyor. En temelde olanı hatırlamadan bugün olanı anlamak tam olarak mümkün değildir.


Savaşların hazırlayıcısı olarak milliyetçiliğin yeni anlamı

Hobson, bize “modern emperyalizm” kavramını kazandırmış olan bilimcidir. Kavram elbette kendisinden önce de kullanılmış olabilir. Fakat Hobson bu kavrama bugün de anlaşılması gereken yeni anlamı vermiş olan bilimcidir. Hobson bu kavramı, 19. yüzyılın son çeyreğinde yayılmacılığın araçlarının ve yönteminin değişmesinden dolayı önermektedir. Bu nedenle o, her şeyden önce emperyalizm deyince bundan “modern emperyalizmi” anlamaktadır. Peki, öyleyse nedir modern emperyalizm?

Kesinlikle saldırgan olan modern emperyalizmin büyük düşmanı enternasyonalizmdir. Enternasyonalizm, ulusların birbiriyle ticari ilişkisinde herkesin kendisinin olanı aldığı, bu anlamda kimsenin kimseyi sömürmediği, yani “adil ticaret” ilişkisi olarak tanımlanandan çok daha derin bir anlamı vardır. Enternasyonalizm karşılıklı yardımlaşma ve dostluk ilişkisinden de daha derin bir anlama sahiptir. Enternasyonalizm, ulusların, halkların birbirlerini, birbirlerinin dolayısıyla inşa etmeyi, diğer halkları kendilerinin diğerleri olarak kurmayı  öngörür. Dolayısıyla halkların kendilerini inşa sürecinde diğer halklara ontolojik bakımdan öncelikli bir statü tanır.

Buna karşın modern uluslar, liberal bakış gereği her şeyden önce diğer halkları veya ulusları öteleyerek, kendinden dışlayarak kuruldu. Modern milliyetçilik, bu kuruluşun kavramsal temeli olarak oluştu ve işledi. Hobson buna, “eski milliyetçilik” diyor. Eski milliyetçilik zorunlu olarak dışlayıcı değildi, bu bakımdan diğer halklardaki aynı duygunun kapsanmasını dışlamazdı. Karşılıklı ilişkide eksik olan “sempati” veya dayanışma duygusudur. Bu durumda ulusların arasında bir “açık düşmanlık”tan bahsetmek mümkün değildir. Buna karşın modern emperyalizm, bir “saldırgan emperyalizm”dir ve bu anlamda modern emperyalizm her bakımdan bir “tehlikeli milliyetçilik” ortaya çıkarmıştır.

Saldırgan emperyalizm, rakip emperyal güçler arasında düşmanlık tohumları ekmektedir. Bu şekliyle saldırgan emperyalizm, bencilce başkalarının sırtından yayılmak istemektedir. Daha zayıf veya az gelişmiş ulusların “özgürlüklerine”, eş deyişle “varlıklarına” saldırır. Bu durumda savunma duygusunun eşlik ettiği milliyetçilik de son derece tehlikelidir. Fakat saldırıya maruz kalan ulusun tehlikeli milliyetçiliğini Hobson “incinmiş milliyetçilik” olarak tanımlıyor. Buna karşın başkalarının sırtından bencilce, dar, kısa görüşlü bir şekilde yayılmak ve genişlemek isteyen saldırgan emperyalist ulusun milliyetçiliğini Hobson, “şovenizm” olarak tanımlıyor.


Milliyetçilik mümkün mü?

Modern emperyalizm 1870’lerden, en geç 1890’lardan sonra oluşmuştur ve bununla birlikte yayılmacılık kendinde bir amaca dönüşmüştür. Hobson’a göre bu çağda saldırıya maruz kalan ulusun milliyetçiliği, diğer uluslara karşı düşmanlık bakımından alındığında, şovenizmden yalnızca derece bakımından farklıdır, özü itibarıyla çok farklı değildir. Şovenizm, kendisinden olmayanlara karşı mutlak olarak kin ve nefret besleyen, kendisini ulus olarak daha üstün ve değerli gören düşmanca bir “vatanseverliktir.” Bu vatanseverlik modern emperyalizmin sinik, “alaycı ruh” yapısını açığa vurmaktadır. Başka uluslara karşı bencilce yayılmacı savaşlar yürütebilmek için muhakkak gerekli, insanı insan yapan tüm değerlerden muaf nihilist bir ruh halidir.

Bu durumda Hobson’un tam olarak 120 yıl önce yaptığı şu belirlemenin, pekâlâ kendi yüzyılımız için de yapılabileceğini ileri sürebiliriz. İnsanlık tarihine baktığımızda ulusların birbiriyle ilişkisi hep bencil, dar, kısa görüşlü hesaplardan ve çıkarlardan hareket etmiştir. Modern emperyalizm çağında, yani “ulusların birbirine kaynaşmasının ve insan yaşamının tüm temellerinin sağlanması bakımından karşılıklı bağımlılığının” tahmin dahi edilemeyeceği bir şekilde arttığı çağımızda, dar görüşlülüğün bilinçli bir şekilde sahiplenilmesi tüm uygarlık için büyük bir tehlike arz etmektedir. Bu durumda en çok ihtiyaç duyulan ise elbette yukarıda tanımladığımız anlamda bir enternasyonalizmdir.

Modern emperyalizm çağı, uluslararası ilişkilerde, Mustafa Kemal’in tabiri ile sürekli mağdurlar, mazlumlar ve muktedirler yaratmaktadır. Bugünün kazananları pekâlâ yarının kaybedenleri olabilir. Bu çağda milliyetçilik, ister saldırıya maruz kalanın milliyetçiliği olsun isterse yayılmacı amaçlarını gerçekleştirmek isteyen saldırganın şovenizmi olsun, artık sahiplenilebilir bir düşünce olmaktan çıkmıştır. Bu bakımdan saldırgan emperyalizm çağında, neredeyse tüm ulusların potansiyel olarak her zaman mağdur ve saldırgan, işgalci olabileceği bir çağda artık yurtseverliğin bir masumiyeti kalmamıştır. Bugün irili ufaklı, Kant’ın tabiriyle en büyüğünden en küçüğüne kadar tüm ulusların eşitliğinin ve özgürlüğünün mümkün olduğu yeni bir uluslararası ilişkiler sisteminin arandığı çağımızda, Hobson’un dikkat çektiği Goethe’in duruşu üzerine yeniden düşünmek gerekebilir: Yurtseverlik duygusunun ne olduğunu bilmiyorum ve onsuz olduğum için de çok mutluyum. Bugün belki de tüm ulusların birbiriyle, özgür ve birbirlerinin eşiti olarak ilişkilenmesinin düşünsel koşullarını yaratabilmek için tüm dünyayı yurt olarak kavramak gerekebilir.