Erkan Yolaç'ın cenaze programı belli oldu
Erkan Yolaç'ın cenaze programı belli oldu
Ünlü isimlere Gazze tepkisi
Ünlü isimlere Gazze tepkisi
Evgeny Grinko'dan 'Uzun İnce Bir Yoldayım'a yeni yorum
Evgeny Grinko'dan 'Uzun İnce Bir Yoldayım'a yeni yorum
Ücretsiz olacak başvurular başladı
Ücretsiz olacak başvurular başladı
123456789
Erkan Yolaç'ın cenaze programı belli oldu
Erkan Yolaç'ın cenaze programı belli oldu
Ünlü isimlere Gazze tepkisi
Ünlü isimlere Gazze tepkisi
Evgeny Grinko'dan 'Uzun İnce Bir Yoldayım'a yeni yorum
Evgeny Grinko'dan 'Uzun İnce Bir Yoldayım'a yeni yorum
Ücretsiz olacak başvurular başladı
Ücretsiz olacak başvurular başladı
123456789

Türkiye'nin eski Moskova Büyükelçisi Akıncı'dan dikkat çeken mesajlar!

Bahadır Selim Dilek

Pazar Söyleşisi'nin bu haftaki konuğu, Türkiye'nin eski Moskova Büyükelçisi Halil Akıncı.
Akıncı ile Rusya'nın Ukrayna'yı işgali ile ortaya çıkan tabloyu, bunun bölgeye ve özellikle Türk Cumhuriyetlerine muhtemel etkisini konuştuk.

"Türkiye'nin çıkarı nerede" sorusuna ilişkin kritik değerlendirmeler yapan Akıncı, özellikle Ukrayna'nın bölünmesi durumunda Montrö dengesinin tehlikeye gireceğine işaret etti ve "Ukrayna'nın bölünmesi, Rusya'nın Sovyet dönemindeki gücüne yaklaşması, Montrö dengesinin korumamızı güçleştiriyor. Karadeniz'de barış ve istikrar bu dengenin devamına bağlıdır" dedi.

Rusya'ya yönelik yaptırımları ve Avrupa'nın alternatif enerji kaynakları aramasına ilişkin olarak "Dünyanın, uzun süre Rusya'nın doğal kaynaklarından mahrum kalma seçimi olamaz! Aklınıza ne hangi doğal kaynak gelirse o Rusya'ya bol bol vardır" değerlendirmesini yapan Akıncı, Türkiye'nin Kırım Türklerinin hakkının korunmasına ilişkin sorumluluğuna da işaret etti.
Akıncı'nın GAZETE DURUM'un sorularına verdiği yanıtlar şöyle:

Öncelikle Rusya’nın Ukrayna’yı işgali sonrasında dünya yeni bir döneme girdi. Rusya neden böyle bir işgale girişti? Bundan sonraki süreç, ne getirir, ne götürür? Değişen dengelere siz nasıl bakıyorsunuz?

Rusya, Ukrayna’ya nasıl bakıyor oradan başlamak lazım. Sovyetler Birliği böyle kâğıt üzerinde federatif bir devlet görünen üniter bir devletti. Sovyetler Birliği Komünist Partisi eliyle tamamıyla merkezden idare edilen, en küçük konularda bile merkezin talimatını bekleyen, sözde federasyon üyelerine pek fazla hak tanımayan bu uygulamalar Sovyetler Birliği'nin son zamanlarına kadar devam etti. Gorbaçov'la bu iş biraz değişmeye başladı ama ondan sonra da Sovyetler Birliği dağıldı. Bir de Rusya hiçbir zaman için Sovyetler Birliği zamanında da Ukrayna’yı ve Belarus’u yabancı iki ülke olarak saymadı. Ukraynalı ve Belarusluların bir kısmı da Rusçayı ana dil olarak benimsemişti. Bu da Sovyet Birliği Komünist Partisi'nin Rusça konuşan Sovyet insanı yaratma amacına yardımcıydı. Ama Belarus ve Ukraynalılar her şeyden önce Sovyetler Birliği'nin çekirdeği ana gövdesi olan Slavlardı... O ülkelerin kendi tarihçileri nasıl izah ederse etsin Ukrayna ve Gürcistan Rusya İmparatorluğu’na gönüllü olarak katılmıştır; Bunlar fethedilmiş değildir. Ukraynalılar diyor ki “kısmen” Evet, doğru kısmen… Ama Ukrayna’nın her zaman paylaşılmış bir durumu vardı. Polonya’nın kendisi paylaşılıncaya kadar... Batı kısmı Polonya’ya Doğu kısmı da Rusya’ya aitti. Daha sonra bu 17'inci asırda değişti. Bu işin duygusal tarafı. Ukrayna'nın kaybı, Rusya için bir federe devletin nüfuz bölgesinden çıkması değil çok yakın akraba ile meskun bir vilayetin kaybıdır.

İşin maddi tarafı da var. Her zaman için Ukrayna’nın başka bir ülkenin elinde bulunmasını tehlikeli sayar Ruslar. 19'uncu ve 20'nci asırda Ukrayna'daki en ufak kültürel kıpırdamayı Almanların "doğuya doğru" politikasının parçası olarak görürler. Başka bir şey, Ukraynalı diye bir millet yoktu. Zira bir ülke millete adını vermez, millet ülkeye adını verir. Ayrıca Ukraynalıların iddiası şuydu: Bu Ruslar Türklerle fazla karıştı. Onun için Ruslar, saf Slav değildir. Saf Slav biziz. Durum buyken 19'uncu asrın ikinci yarısından itibaren yavaş yavaş değişti. Ukrayna diye Ruslardan ayrı millet yaratmaya çalıştılar ama başaramadılar.

Rus, bu psikolojik ortam içinde yaklaşır... Ukrayna’nın Batıya yakınlaşmasını kendine ait özerk bir ilin başka bir devletin kontrolü altına girmesi görür. Buna izin vermemesi gerektiğini düşünür. Savaşın adı da savaş değil özel operasyon olur. Bir de şu var. Rusya, Ukrayna'yı kontrol için barışçı yolları kullanırdı. Bazen iktidar değiştirir veya Ukrayna’ya bazen ucuz gaz verir, bir şekilde "ikna ederdi" Fakat 2014’ten sonra bu silahlar artık işlememeye başladı. 2014’te Kırım’ı aldıkları zaman da Batı’nın buna ses çıkarmaması cesaretlendirdi. 2014’teki iktidar değişikliği Ukrayna’nın kendisinden uzaklaştığı ve bunun kalıcı olacağı izlenimini doğurdu. Bu yüzden Rusya müdahaleye karar verdi doğrudan doğruya.

Karadeniz limanlarının durumu var. 17 milyon kilometre karelik toprak bir anda Novorossisk gibi kendisine güvenilemeyen bir limana kaldı. Egemenliği Ukrayna’ya ait Karadeniz Filosunun ana üssü dahil limanları kiralıyordu. Ama bu kiralama işinin pek sağlam olmadığını gördü. Onun için Karadeniz’de kendi egemenliğini meşru bir zemine oturtmak için bazı toprakları almak durumunda hissetti Rusya. Önce hatırlarsanız askeri harekat başladığı zaman bir dize getirme meselesi oldu. Son derece az sivil kaybı, olamayınca arkasından askeri tedbirlere başvurdular. Kiev’i almaya çalıştılar olmadı. En sonunda daha sınırlı bir şekilde bunların tarihi olarak "Yeni Rusya" dedikleri, Donetsk, Luhansk... Daha batıda Odessa'yı da içeren Kişinev'e kadar uzanan... Oraları almaya çalıştılar limanları kontrol etmek için.

Bu savaşın bir sonucu, Büyük Rus, Küçük Rus-Ukraynalı kardeşliğinden, dostluğundan bahsetmek artık mümkün değil... Ukraynalı diye bir millet olmadığı halde bundan sonra olacak demektir. Çünkü artık araya kan girdi ve Ukraynalılar da ayrı bir millet oluşturacaklar. Ukrayna'nın bir kısmı, Batının bir parçası olacak, Ukrayna parçalanmış olacak. Geri kalan da Rusya’da kalmış olacak. Toprak kazancı düşman yaratmaya değdi mi göreceğiz.

RUSYA SIKIŞMIŞ GÖRÜNÜYOR AMA İLK SIKIŞMASI DEĞİL!

Putin bunu mu amaçlıyordu? Putin’i başarılı olarak görebilir miyiz? Yoksa o da gelişen koşullara göre mi pozisyon aldı, ona göre strateji belirledi? Bugün baktığımızda tam bir askeri başarı mevcut değil. Diplomatik olarak da bir miktar sıkışmış görünüyor.

Sıkışmış görünüyor. Rusya’nın ilk sıkışması değil bu. Rusya hep sıkışır, arada sırada sıkışır. Biraz kendi kabahatidir biraz da diğerlerinin kabahati. Rusya nasıl görülür? İki ülke var Avrasya’da. Türkiye doğunun en batılısıdır, Rusya’da batının en doğulusudur. Bu iki ülkenin Avrupa’ya entegre olması mümkün değildir. Bu iki ülkeyi de Avrupa yabancı ülke olarak görür. Hiçbir şekilde Rusya’nın, Türkiye’nin çabaları sonuç vermez. Çeşitli nedenler var oraya girmeyeyim. Putin kazandı mı kazanmadı mı? Putin bir kere bir kardeş millet olarak Ukrayna’yı kaybetti. Tek Ukrayna’yı değil, yüzde 30 kadarı Rus olsun olmasın anadil olarak Rusçayı konuşan bir kitleyi de kaybetti. Kiev televizyonunda söyleşi yayınlıyorlar, bakıyorum Rusça konuşanlar da Rus işgalinin aleyhinde. Rusya lafta işte faşistlere karşı korumak için geldi ama bazı Rusların da korunmak istediği, kurtarılmak istediği yok. Karadeniz’de gücünü pekiştirdi, limanları ele geçirdi ama Ukrayna da bölündü. Putin bakımından zafer midir değil midir? Hem zaferdir hem mağlubiyettir. Askeri bakımdan sonuca bakın. Churchill’in bir lafı var, “İngiltere bütün muharebeleri kaybeder sonuncusu hariç” diyor. Yani şimdi Donetsk'i ele geçirdi. Belarus, Harkov’u bombalamaya başladı. Zaten Mariupol'u zorlukla da olsa aldı. Donbass'ı denize, Kırıma kavuşturdu. Karadeniz kıyısını ele geçirdi, kontrol altına aldı. Şimdi mağlup mu, değil mi?
Artık Ukrayna’nın toprak bütünlüğünden bahsedemezsin. Ayrıca eğer AB’ye Ukrayna’yı alırlarsa ki çok şüpheli ihtimal o, ağzına bir parmak bal çalıyorlar, AB askeri ittifak değil.

"REJİM TEHDİDİ SÖZ KONUSU DEĞİL, HERKES REJİMDEN MEMNUN"

Krizin en başında hep dinliyorduk, NATO kışkırttı, Batı kışkırttı Putin de kışkırdı. Meseleye böyle bakmak mı daha mantıklı? Yoksa Batı’nın varlığı, yani Batı paradigması Rusya’nın sınırlarına dayandığı için mi Putin rahatsız oldu? Mesele jeopolitik kaygılardan çok Batı’nın paradigmasının Rusya’daki oligark rejimini tehdit ediyor olması mıydı? Putin bundan mı rahatsız oldu? Siz nasıl bakıyorsunuz?

Rejim tehdidi söz konusu değil, rejimden herkes memnun. Yeltsin’in Rus kimliğini nerdeyse Amerika’nın ayaklarının altına sermesi rencide etti Rus halkını. Arkasından Putin’in gelmesi, Rus'a gururunu, itibarını yeniden kazandırdı. Artık her şey parayla ölçülüyor ama parayla ölçülemeyen şeyler de var. Rusya büyük devlet olması iddiasındadır. 1911’de Fas krizi çıkıyor. Fransa ile Almanya arasında. Ruslar diyorlar ki, “Bu uluslararası bir mesele haline geldi, İngiltere karışıyor, biz de karışalım. Biz karışmazsak büyük devlet olmadığımızı sanacaklar”. O kompleks var. Şimdi Putin, Suriye’ye bulaştı, sağa sola bulaştı büyük devlet olduğunu gösterdi. Bir de Sovyetler Birliği’ne karşı özlem var. "Sovyetler Birliği’nin yıkılması 20. Yüzyılın en büyük felaketidir" dedi. Ayrıca Gorbaçov’a söz verdiler, NATO genişlemeyecek diye. Gorbaçov da, evet demek ki, eski bizim Varşova Paktı ülkeleri ve Sovyetler Birliği’nin bir kısmı olan Baltık ülkeleri, NATO ile aramızda bir tampon olarak kalacak. O zaman tamam dedi. Önce Yugoslavya'yı parçaladılar. Sözlerinden dönüp Polonya gibi geleneksel Rus aleyhtarı Çekoslovakya gibi ülkeleri hemen NATO'ya alıverdiler. NATO üye sayısı iki misline çıktı.

Bir de orada durmadılar. Gürcistan’ı da 2008 yılında NATO’ya alacağız diye karar aldılar. Gürcistan’la, Ukrayna’yı... Şimdi bu iki Rusya'ya gönüllü katılan ülkeler, anıdan Batılı olma hevesine kapıldı. Rusya onu tehlikeli olarak gördü ve bunu önlemeye, bir nevi NATO’nun doğuya doğru ilerleyişine “dur” dedi Gürcistan'ı adeta 2008'de tehdit etti.. Bu dur deme meselesi. Yani bundan daha ileri gider mi? Stratejik denge, o ayrı bir mesele.

Benim burada sormak istediğim NATO’nun Rusya’nın sınırına dayanmak istemesinde asıl mesele, askeri stratejik tehdit mi? Yoksa Batı paradigması mı? Rusya’ya baktığımızda oligark rejim var, tek adam rejimi var. Yani bu çerçeveden meseleye bakarsak Batı paradigması, bunun içine iyi-kötü, doğru-yanlış neyi koyarsanız koyun, bunun sınıra dayanması mıdır? Yoksa gerçekten askeri bir tehdit mi?

Sovyetler Birliği otokrasisinin yıkılmasının bir nedeni de enformasyon tekelini kaybetmesidir. Teknoloji geliştikçe enformasyonun yayılmasını önleyemiyorsunuz. Radyoyu televizyonu yasaklayamıyorsunuz. Zaten Batı, Rusya’nın kalbinde. Hollywood filmleri orada, kimse de onu yasaklayamıyor, diğer televizyondan alıyorlar. Sözde Batı değerlerinin sınırına gelmesi şart değil. Siz bugün için Bulgaristan’ı, Romanya’yı, Polonya’yı, Macaristan’ı klasik insan haklarına Batı değerlerine uyuyor mu sayıyorsunuz? Batı değerlerine karşı bir heves varsa, engellemek mümkün değil. Bunun için Batı değerlerini benimseyen devletin Rusya’nın sınırına dayanması şart değil. O zaten telekomünikasyon devrimi sayesinde her Rus’un evinde, görüyorlar. O, yargı ve mahkeme filmlerini bile gördükleri zaman Amerika’nın adalet diye bir şeyi varmış diye düşünüyorlar. Devlet sırrını açıklayan bir adamın, cinayete kurban gitmemesini gördükleri zaman demek ki, Batı değeri diye bir şey varmış. O yüzden de biraz kanun, hukuk varmış diye düşünürler. Onun için Batı değerleri zaten her Rus’un odasında, televizyonunda. Şimdi mesele, Putin bu savaşı başlattıktan sonra bile halkın Putin’e onay oranı yükseldi. Rus halkını istikrar ile demokrasi arasında seçime zorlarsanız istikrarı tercih eder. Veya öyle takdim edebilirseniz. Aynı kapıya çıkar.

"AMERİKA IRAK'A GELDİ, MÜZELERİ SOYDU GİTTİ"
Vekalet savaşları istikrarsız bölge yaratıyor. Bunun örneklerini istiyorsan vaktin varsa anlatayım: Amerika 1996’da Taliban’la anlaşıyordu. Arkasından Hindistan'a doğal gaz boru hattını planladı ama oradan geçiremeyince Taliban’a küstü. Sonra Irak’ta ne vardı, Suriye’de ne vardı? Geldi, müzeleri de soydu gitti. Şimdi Kürt Devleti kurmaya çalışıyor. Böyle bir devletin kalıcı olamayacağını, sadece istikrarsızlık yaratacağını bölgeyi gergin tutacağını bilen, böyle bir anlayışa sahip bir devlet.
Herkes bu devlet karşısında kendini savunma lüzumunu hissediyor. Rusya da bu fırsattan yararlanıyor. "Ben devlet olarak 2. Dünya Savaşı'nda 20 milyon kayıp verdim. Dünya düzeninde benim de hakkım var" deyip o da işe karışıyor. Gerçi Stalingrad'da öldürülenlerin çoğu Türk’tür, tabii o ayrı mesele ama göstermezler televizyonda. Rus diyor ki, "Yani ıstırap çektim. Ama şimdi yine etrafım düşmanla dolu, benim kardeşim olan Ukraynalıları dahi bir anda bana düşman ettiler".

İki tarafta da propaganda savaşı var. Her şey televizyonda olup bitiyor. Yani Batı propagandasını bunu sağlıyor. Bir, iki akıllı adam çıktı, bir tanesi “anlaşın” diyor. Hiçbir zaman Batı gelip de Ukrayna’yı kendi askeriyle savunacak değil. Rusya da Ukrayna’yı işgal edecek değil. Onun için sonuç bölünme. 45 milyonluk ülkeyi kimse işgal edemez. İşgal başlangıçta, bütün şehirleri alsa dahi kalamaz orada, kalıcı olamaz. Televizyon görüntülerini gördünüz mü? Rus asker Ukraynalılara yol soruyor…

Biraz da bizim tarafa bakalım. Savaş başladığı zaman hemen mesele Putinciler ve Avrasyacılar ve NATO'cular olarak ikiye bölünüverdi. Bu kadar açık kaynak varken ve enformasyon çağında yaşıyorken biz meseleyi hemen kutuplaştırıveriyoruz. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Futbol da öyle. Şimdi mesele, Galatasaray şampiyon oldu. Fenerli, Galatasaraylının karşısındaki Avrupa takımını tutar, Türk takımı olduğu halde. Bizim Priştinalı Cevdet’in diplomasi anlayışını sana anlattım, “ikisi aynı” diyor, “benim için fark etmez” diyor. Ben şimdi Cevdet’in tabirini kullanmayacağım ama ikisi de "yabancı". Bir tarafta Rusya, bir tarafta Ukrayna. Çıkarımız ne ona bakmak lazım. Niye bir tarafı tutayım.

"SOVYET SONRASI DENGEYİ KORUMAMIZ GÜÇLEŞİYOR"

Bizim çıkarımız ne?

Bizim çıkarımız bu işin bitmesi. Elbette ki Ukrayna’nın bölünmesi, Ukrayna’nın zayıflaması Rusya’nın güçlenmesi demek. Biz denge peşinde koşmaya mecbur bir devletiz. Osmanlı İmparatorluğu 1774’te yıkılmalıydı. Biz dengeyi kullandığımız için 1914’ e kadar devam etti. Hatta 1918’e kadar devam etti diyelim. Bizim bu dengeyi kullanma imkanlarımız zayıflıyor. Ukrayna'nın bölünmesi, çıkarımıza oluşan Sovyet sonrası dengeyi kullanma imkanlarımızı zayıflatıyor.
Soğuk Savaş'ta bir tek NATO üyesi Türkiye vardı, diğerleri tamamıyla Sovyetlerin nüfuzu altında ülkelerdi. Şimdi iki ülke NATO ülkesi oldu ama iyi mi kötü mü bilemiyorum. Şimdi Rusya’nın Karadeniz hakimiyeti pekişti. Bir tek Gürcistan’ın güneyde limanları kaldı. Bütün önemli limanlar Rusya’nın eline geçti. Denge için mümkünse bir çok zayıf unsurun bir arada olması lazım. Hâlbuki Rusya fiili olarak daha kuvvetlendi.

İkincisi Rusya, Ukrayna savaşının bu kadar uzun sürmesinden dolayı yeni bir karar daha aldı veya alacak. Evet, stratejik güçleri var, roketleri var Rusya’nın. Rusya, dünyayı 5-10 defa patlatabilir ama baktı ki genellikle savaşlar nükleer dengenin bir sonucu olarak klasik silahlarla ve eğitimli askerle yapılacak, o zaman bunlara bir ağırlık verecek.

Bizim bir huyumuz vardır. Biz birbirimizin lafını dinlemeyiz, mesela Amerikalı bir çavuş, “Sizin asker çok cesur” dese, bizim bir orgeneral de “Bizim askerin eğitime ihtiyacı var” dese, bizim hükümet Amerikalı çavuşun lafını dinler. Hele o çavuş pohpohlamayı ihmal etmemişse. Bu yeni bir şey değil, eskiden beri var. Onun için dışardan "aferin" diyenler var. "Ukrayna’yı tuttun" diyenler var. Mesela bizim SİHA meselesi başımıza bela açacak. Çünkü fazla reklamı yapıldı. Evet, bir etkisi olabilir ama savaşın etkisini değiştirecek, ne demek. Ukrayna ordusu askerleri “Bayraktar, Bayraktar” diye hava yapıyor. Bu sonunda şuna varır; Rusya diyebilir ki, “Bayraktar olmasaydı biz bu savaşı çoktan bitirirdik" Ondan sonra Batı diyecek ki, “Siz daha fazla Bayraktar verin” Bu tip inceliklere karşı gaza gelmemek lazım.

Bizim için Karadeniz’de, Bulgaristan ve Romanya aracılığı ile de olsa Amerika’nın güçlenmesi, Ukrayna'nın bölünmesi Rusya'nın Sovyet dönemindeki gücüne yaklaşması, Montrö dengesinin korumamızı güçleştiriyor. Karadeniz'de barış ve istikrar bu dengenin devamına bağlıdır. Bir de bizim için Kırım Türkleri meselesi var. Kırım Türklerinin esenliğini sağlamak durumundayız, bu bizim milli borcumuzdur.

Rusya işgali altında olduğu sürece bunu yapabilecek kapasitemiz var mı? Ukrayna savaşından sonra Rusya Karadeniz’de daha etkin olacak, daha fazla bayrak sallayacak. Böyle bir durumda bizim Kırım Türklerinin refahını sağlama konusunda ektili olmamız biraz sıkıntıya düşmez mi?

Ukrayna zamanında da rahat değillerdi. Bizim için fazla değişen bir şey yok. Vaktiyle biz bunlara ev yapmaya kalktık. Ukrayna hükümeti bizim TİKA'nın oradaki Kırım Türkleri için banka hesabı açmasına izin vermek istemedi.

Bu, aynı zamanda bir tahıl ve enerji krizini de beraberinde getirdi küresel anlamda. Enerji krizi dendiği zaman Batı yeni enerji krizi kaynakları aramaya yöneldi. Tahıl krizi de nasıl aşılır şu an için net değil. Bu meseleye nasıl bakıyorsunuz? Enerjiden başlayalım isterseniz.

Globalleşme başladı ya, globalleşme başladıktan sonra kimin eli kimin cebinde değil. Örnek, 1982 yılında ilk defa Almanya ihtiyacı için Rusya’dan doğal gaz almaya karar verdi. Tabii Alman hükümetinin onayıyla bu işi Ruhr Gaz üstlendi. O zaman bütün Amerika ayağa kalktı, Rus gazına bağımlı olunuyor diye. Hâlbuki kendilerinin Sibirya’dan Rus gazını sıvılaştırarak Amerika’ya getirme planları vardı, 1970’li yıllarda. Ben o zaman NATO’da çalışıyordum. Bir baktık ki Almanya için gaz ithal edecek şirketin kontrolü bir Amerikan şirketine ait. Oysa Amerikan şirketlerinin, Amerikan hükümetinin izni olmadan bir işe girmesi mümkün değildir. Demek ki, anlaşıldı ki, bu içe dönük bir tavır. Enerji güvenliği desen hiçbir zaman denge içinde olmadı. Avrupa’nın tutumu ayrıydı, Amerika’nın tutumu ayrıydı. Para işi de var. Bu savaş çıktıktan sonra Rusya da gazı kesti, çeşitli tedbirler aldı. Amerika, Avrupa’ya Rusya’ya güvenilemeyeceğini gösterdi. O sırada ne tesadüfse Amerikan doğal gazı, sıvı gazı bir seçenek olarak çıktı piyasaya. Arkasından Akdeniz’deki doğa gazın Avrupa'ya ulaştırılması hızlandı. Biz de her seçim öncesi bir şey bulurduk da, bu sefer seçimden önce Karadeniz’de bulduk, Katar doğalgazı için anlaşıldı. Yani, bir enerji krizi yok ortalıkta, biraz daha fazla vakit ve para harcanacak.

"AMERİKA, AB KENDİ STOKLARINDAN VERSİN"

Tahıl meselesine nasıl bakıyorsunuz?

Şimdi bakın, her ülkenin bir, iki yıllık stoku olur. Meğerse dünyayı Ukrayna besliyormuş, ben şimdi öğrendim bunu. Bunda biraz mübalağa var. Amerika, AB kendi tahıl stoklarından çok cüzi bir miktar bıraksa kimse aç kalmaz. Bu savaş da zaten sonunda bitecek. Bir iki yıllık arada zaman var, aşılabilir. Kimse kimseyle savaşmayacağına göre, Kanada, Avustralya bir savaş tehlikesine yahut da ticaret yollarının kesilmesine muhatap olmayacaklarına göre, biraz stoklarından bırakıversinler. Elbette Ukrayna önemli bir tahıl ülkesi, onun zarar asıl bize.

Nasıl?

Biz çünkü Ukrayna buğdayına herkesten fazla muhtacız ve bizim stokumuz var mı bilmiyorum. Aynı şey ayçiçek yağı için de söz konusu. Dünyanın bununla problemi yok. En nihayet stoklarını biraz azaltıversinler. Hiçbir tehlike doğurmaz ama şimdi yine bütün kötülüklerin anası Rusya hikayesi başladı. Rusya da başkalarının yaptığı gibi kendi çıkarını korumaya çalışıyor. Biz burada mahkeme, hakim değiliz. Onu değerlendirmek bize düşmez zaten beceremeyiz de. Resmi doğru okursak Batı’nın her zaman yaptığını yapıyor Rusya. Bu, Rusya’nın yaptığını tasvip etmek değil, sadece durum tespiti.

Biraz da Avrasya’ya gelirsek, Ukrayna-Rusya Savaşı’ndan Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan, Özbekistan nasıl etkilenir? Anladığım kadarıyla orada da hafif bir kıpırdanma var özellikle Kazakistan’da, Kırgızistan’da. Buna nasıl bakıyorsunuz?

Çıkardıkları iki ders var. Birincisi, Rusya silahlı güç kullanmaktan vazgeçmeyen bir devlet. Onu hala dış politikada bir alet olarak görüyor. İkincisi, bu silahlı güce karşı durmak mümkün. Ukrayna’dan çıkarılan ders bu. Nitekim Kazakistan Devlet Başkanı, Petersburg forumunda, "biz haksız işgalleri tanımayacağız" dedi. Şimdiye kadar bu konuda ses çıkarmıyorlardı. Osetya’nın Rusya’ya bağlanmasını, Kırım’ı tanımadık, demediler, demiyorlardı. Yani bu ne tasvip ettikleri, ne tasvip etmedikleri şeklinde ama artık açık açık biz tanımıyoruz diyorlar. Yani bir nevi, faşizm geldi oraya, faşistler geldi, ben Kazakistan’ı faşistlerden kurtaracağım, diye askeri harekât yapma kendimizi böldürmeyeceğiz...

Kazakistan ve Rusya’nın 7 bin 500 kilometrelik sınırı var. İyi geçinmeye mecburlar. Ayrıca Kuzey’i Ruslarla meskun. Şimdiye kadar Rusya’ya Kazakistan’dan büyük çaplı göç olmadı, çünkü refah artıyordu. Refah her zaman birleştirici unsudur. Ama şimdi bu bir tehlike. Önce Donbass'ta Rusları ayaklandırdı, arkasından da Ukrayna’ya bunu bahane olarak kullandı. Yalnız Tokayev’in verdiği mesaj da, “Sen bunu yapmaya kalkarsan 7 bin 500 kilometrelik sınır var ama biz karşı koyacağız, haberin olsun” şeklindeydi.

Rusya’ya karşı bir ölçüde Çin’e dayanma politikasını güder. Şimdi diyeceksin ki bu Tokayev daha bundan birkaç ay önce karışıklık çıkınca kolektif güvenlik anlaşması askerleri çağırmadı mı? Evet çağırdı, ne oldu sonuçta? Şu oldu; bir kere iç karışıklıkları Tokyev’in kendisi bastırmayıp, Kazak askerini muhatap etmedi. Kolektif güvenlik askerini muhatap etti. Onların psikolojik baskısı da etkili oldu karışıklıkların bastırılmasında. Öte yandan eğer bu askerler kötü bir şeyler yaptıysa, Tokayev yapmadı, bu askerler yapmış oldu. İnce bir politika uyguladı. Ancak Tokayev diyor ki, "Yardımlaşalım, ama Ukrayna’ya yaptığınızı bize yapmayın kalkmayın, karşı durmakta kararlıyız"

"TÜRK DAYANIŞMASININ ÖNEMİ ORTAYA ÇIKTI"

Rusya'nın Kazak petrolünü Karadeniz limanlarından ihracını yasaklaması Kazakistan'ı yeni yollar aramaya sevk etti. Şimdi Kazakistan bir taraftan Çin’le olan petrol irtibatını güçlendirecek ama asıl güvenli güzergah olarak da orta koridoru kullanmayı tercih edecek. Yani Hazar Denizi üzerinden, Bakü-Ceyhan’a bağlanacaklar ve Türkiye üzerinden güvenli bir şekilde petrollerini satacaklar. Rusya da yaptığı hatayla baş başa kalacak. Asıl mesele bu. Bir ders daha oldu. Türk dayanışmasının önemi ortaya çıktı.
Ortalıkta bir eski Türk kuşağı var. Bunun da örgütü kuruldu. Nedir bu Türk kuşağı? Akdeniz’den Japon denizine kadar uzanıyor. Türk teşkilatı üyeleri ve İran da bu işin içine giriyor. Çünkü artık oradaki Türkler azınlık sayılmaz. Gittikçe Türklüğü ön plana çıkarıyorlar. Eskiden İran’ı kendi devletleri olarak görüyorlardı ama, 1970’de Şah'ın son zamanlarından beri, İran artık bizim devletimiz değil çünkü bize karşı ayrımcı davranılıyor, demeye başladılar. Azerbaycan’ın egemenliği de bu işi körükledi. Biz Türkiye’de ne mutlu Türküm diyemiyoruz ama Tebriz’de Traktör maçı olduğu zaman, onların futbol takımında, tribünlerin bir kısmı, "Ne mutlu" diye bağırıyor diğer tarafı "Türküm" diye tamamlıyor. Bunu silmek mümkün değil. Zayıf halka Türkmenistan diyebilirsiniz, o da ister istemez yola gelecek. Bu Türk dayanışması, Avrasya dengesine, istikrarına katkıda bulunacak bir olgu. Rus baskısını dengeleyecek bir şey. Türkler arasında iş birliği arttıkça, gücümüz artacak. Herhangi bir Türk devleti, en kalabalığı Türkiye... Türkiye tek başına orta boy, orta boydan biraz daha fazla bir devlet. Aynı politikayı takip eden, aynı çıkarları olduğuna inanan 180 milyonluk bir kitle ortaya çıkacak. Buna bir de Kore’yi ve Japonya’yı ekle. Onlar da yalnız millet, Koreliler yalnız millet, Japonlar yalnız millet… Bunların bir araya gelmesi için çok sebep var. Bir araya gelmekten kastım şu, iş birliği. Birbirini tamamlayan ekonomiler. Bu yolda gitmek lazım.

Tekrar bizim bu taraflara doğru gelirsek, birinci sorum S-400'lere ne oldu, bunlar paslandı mı? İkincisi bu meseleler Akkuyu’yu nasıl etkiler? Üçüncüsü, oligarklar Türkiye’ye gelmişti. Geldi dendi ya da geliyor dendi. Anladığım kadarıyla paralarını Türkiye’ye para getirmediler. Suudi Arabistan’dan dolar arıyoruz. Bu üç konuya nasıl bakıyorsunuz?

Parayı getiremezler ki. Nasıl getirecek parayı? Transfer edemez. Çuvala koyup getirmesi lazım. Çuvala da koyamaz, çünkü çok fazla. Şimdi bu, Türkiye ve Rusya ilişkisine bağlı. Oligarklar her ne kadar Rusya’nın dışında iş tutarlarsa tamamıyla Putin’in ve şürekasının kontrolü altındadır, Para kazandıkları yer orasıdır. Putin seçimde kendisine rakip olan bunların en önünde gelenini içeriye attı. Arkasından mahkeme serbest bıraktı. Tam çıkıp ailesine kavuşacakken savcı yeni bir suçla ortaya çıktı ve yine içeri aldılar. Gözümle gördüm çünkü bizim Moskova’daki Büyükelçiliğin karşısındaydı onun yargılanması. Yani böyle bir durum. Putin, "Bana karşı duramazsınız, Rusya’ya karşı davranamazsınız" der ve bunu uygular. Rusya’dan onay almadan bunlar para mara getirmez. Ayrıca bir de bu yaptırımların Rusya üzerindeki etkisini fazla mübalağa etmemek lazım. Putin, devlet aklını kullanarak Avrupa'ya gaz borcunuzu ruble ile ödeyin dedi. Peki, Rusya ne elde edecek? Döviz bozduracaklarına göre dolaylı döviz kazanacaklar. Rusya’da bugün ciddi ekonomik gerileme ve ekonomik sıkıntı yok. Ayrıca o yaptırımların etkisini azaltacak iki tane müttefiki var, Çin ve Hindistan. Bu ikisi de birbiriyle geçinemiyor ama Rusya’nın müttefiki demeyeyim dostu diyeyim ikisi için. Son bir gelişme daha var. İran’ı Şangay İşbirliği örgütüne alacaklar. Yani böyle dışlanan hariciler bir araya geliyor. Hariciler bir araya geldikleri zaman, böyle zayıf bir topluluk değil bir ağırlıkları var. Özgül ağırlıkları var. Ayrıca Avrupa bugün, kendileri de farkında bu işin, bir kere bu işten kazanan şimdi şu anda Amerika. Avrupa’ya patron olduğunu gösterdi. Avrupa da onun talimatlarına uymak zorunda olduğunu hissetti. "Ben olmazsam hiçbir şey olmaz" Almanya gibi , doğu politikasını devam ettirmek isteyen bir ülkenin bir anda askeri harcamalarını 100 milyar arttırmak zorunda kaldı, doğal gazını da bir güzel yüksek fiyattan Avrupa’ya satacak. Rusya’ya bağlılıktan kurtulalım derken Amerika’ya bağlı bir hale gelecekler. Dünyanın uzun süre Rusya'nın doğal kaynaklarından mahrum kalma seçimi olamaz! Aklınıza ne hangi doğal kaynak gelirse o Rusya'ya bol bol vardır.

S-400’lere ne oldu?

S-400’ler artık konuşulmuyor, kenarda duruyorlar. Bilmiyorum ne oldu. On yılda bir döviz yokluğu çıkar, on yılda bir kriz geçiririz. Bir düşünün, 1960’da döviz yokluğu vardı, ihtilal oldu. 1970’de yoktu, 1980’de aynı şekilde. 1980’den beri ihtilal olmadı fakat döviz krizi yüzünden güç duruma geldik. Bu kriz tarihimizdeki en ağır döviz krizi. Bizim kimseye hayır diyecek durumumuz yok yeter ki para gelsin. Para da Batı’da. Para bir de Araplarda. Onun için S-400’leri Türkiye’nin faal bir hale getirmesi mümkün değil.

Kimdir?

Akıncı, 1945 yılında Ula, Muğla'da doğdu. 1967 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dış İlişkiler Bölümünden mezun oldu. 1968 yılında Dışişleri Bakanlığı'na girdi. Çeşitli görevlerin ardından 1998-2002 yıllarında Slovenya Büyükelçisi, 2002 yılında kısa bir süre Dışişleri Bakanlığı müşaviri, 2002-2006 yıllarında Dışişleri'nde Genel Müdür, 2006-2008 arasında Yeni Delhi Büyükelçisi olarak görev yaptı. 2008-2010 yılları arasında da Moskova Büyükelçiliği'nde bulundu ve 2010 yılında yaş haddinden emekli oldu. 16 Eylül 2010 tarihinde Türk Konseyi Genel Sekreterliği görevine seçildi. Görevini 16 Eylül 2014 tarihine kadar sürdürdü. Ayrıca 16 Eylül 2015 tarihine dek 1 yıl kadar Türk Konseyi'nde danışman olarak da görev yaptı.