Pembe Köşk ziyaretçilerini bekliyor
Pembe Köşk ziyaretçilerini bekliyor
CSO Ada Ankara Kasım konserleri
CSO Ada Ankara Kasım konserleri
Ferdi Tayfur'un kızı
Ferdi Tayfur'un kızı
161 milyon yıllık kurbağa yavrusu fosili
161 milyon yıllık kurbağa yavrusu fosili
123456789
Pembe Köşk ziyaretçilerini bekliyor
Pembe Köşk ziyaretçilerini bekliyor
CSO Ada Ankara Kasım konserleri
CSO Ada Ankara Kasım konserleri
Ferdi Tayfur'un kızı
Ferdi Tayfur'un kızı
161 milyon yıllık kurbağa yavrusu fosili
161 milyon yıllık kurbağa yavrusu fosili
123456789

Barbarlığın Eşiğinde Yetmiş Beşe Bir Kala İnsan Hakları

Dünya “İnsan Hakları Günü” gelecek yıl 75. kez kutlanacak. Bu yıl “İnsan Hakları Evrensel Bildirisi”nin 10 Aralık 1948 yılında kabul edilişinin üzerinden tam 74 yıl geçmiş olacak. İnsanlık 20. yüzyılda iki büyük dünya savaşı görmüştür ve 1945 yılında 6 yıl süren ve Nazizm denilen insanlık düşmanı bir barbarlık nihayet yıkılmıştır.

Aynı yıl insanlık tarihinde ilk defa Hiroşima ve Nagazaki’de Amerika Birleşik Devletleri tarafından doğrudan kitlesel olarak insanları yok etmeyi amaçlayan atom bombası kullanılmıştır. Bununla ilk defa bilerek ve isteyerek ve hesap yaparak sayıları yüz binlere varan insanın kitlesel olarak imhası amaçlanmıştır. İkinci Dünya Savaşı gerçek anlamda tüm dünyayı içine çektiği için gerçek anlamda bir dünya savaşıdır.

Bu deneyimlerden hareketle 1948 yılında, hâlihazırda başlamış olan soğuk savaşın içinde, soğuk savaşın taraflarının oluşturduğu güçler dengesine göre bir pazarlık ve uzlaşma sonucu “İnsan Hakları Evrensel Bildirisi” ortaya çıkmıştır. Belgenin kabul edildiği tarih 10 Aralık 1948 olduğu için, o günden beri bu gün dünyada insan hakları günü olarak kutlanmaktadır.

Bu önemli tarihsel belgeden sonra iki önemli tarihsel belgeden daha bahsedilebilir. Bunlardan ilki Avrupa Konseyi’nin 4 Kasım 1950 tarihinde Roma’da imzaladığı ve 3 Eylül 1953 tarihinde yürürlüğe giren “İnsan Hakları ve Özgürlüklerinin Korunmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesi”dir (AİHS). İkinci önemli belge, “Afrika İnsan ve Halkların Hakları Sözleşmesi”dir. Bu belge 21 Ekim 1986 tarihinde önce 26 devlet tarafından imzalanmakla yürürlüğe girmiştir ve belgenin altında bugün 50’nin üzerinde devletin imzası vardır.

Tüm bu 20. yüzyıla ait olan belgelerin iki tarihsel belge bulunmaktadır. Bunlar 1776 yılında yayınlanan “Virginia Haklar Beyannamesi” ve 1790 yılında Fransız Devrimi ile kabul edilen “İnsan ve Yurttaş Hakları Beyannamesi”dir.

İnsan hakları araştırmacısı James Griffin, tüm bu tarihi de göz önünde bulundurarak, “İnsan Hakları Evrensel Bildirisi”nin kabul edilişinden beri bu konuda somut gelişmeleri değerlendirirken 10 yıl şöyle demiştir: “Fakat kuşkusuz olumlu olan İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra olan bu gelişmeler daha çok uluslararası hukuk çerçevesinde oldu. Fakat bu alanda son altmış yılda gidilen yol, bir arpa boyu kadar bile değil…”

Tersine Rusya ve Ukrayna arasında somut olarak yaşanan savaşta insanlık yeniden atom bombası ile tehdit edilmiştir. Bu, insanlığın yeniden büyük bir felaketin, bütün insanlık için bir olma ya da olmama durumu olan barbarlığın eşiğine geldiğini gösteriyor.

İnsan hakları araştırmacılarından filozof Charles R. Beitz, 30 yıl önce insan haklarını ilgilendiren sorular üzerine yazmak, bu sorular hemen o zamanlar hâkim olan soğuk savaşın araçlarına dönüştüğü için pek uygun gözükmüyordu, diyor. Fakat bugün insan hakları üzerine yazmak artık bir zorunluluk olmuştur. Otuz yıl önce insan hakları üzerine yazmamak, bugün geri dönüp bakınca belki bir hataydı. Fakat bu konuda bugün yazmamak kesinlikle bir hata olmayacaktır. Aksine bugün artık bir zorunluluk olmuştur.

İnsan hakları hakkında bugün artık iki bakımdan bir zorunluluk olmuştur. Bunlardan birisi insan haklarının uluslararası müdahaleler için gerekçe olarak kullanılmasıdır. Diğeri ise bizzat teker teker ülkelerde yerel yönetimler, hükümetler ve bireyler veya farklı biçimlerde örgütlü olan topluluklar tarafından ihlal edilmesidir. Bu bakımdan, uluslararası akademik camiada insan hakları çalışan gözlemcilere göre insan hakları bugün artık her bakımdan tehdit altındadır.

Özellikle 1990’lardan sonra felsefeciler, tarihçiler ve diğer sosyal bilimciler arasında, yukarıda belirttiğim nedenlerle insan haklarını araştırma konusunda yaygın bir çaba gözlenmektedir. Bu araştırmaların amacı insan haklarının “teorik temelleri, somut politik ve hukuki olarak uygulanması ve tüm kültürel bağlamlarda gerçekleşmesi için evrensel eleştirel standart ölçüler geliştirmektir.

Ülkemizde insan hakları fikrinin felsefi kaynaklarını bir çalışmasında Celal Yeşilçayır ortaya koymayı denemiştir. İngilizce konuşulan dünyada tüm bu tartışmaların çıkış noktası, John Locke’un felsefi olarak temellendirmeye çalıştığı insan hakkı kavramıdır. Buna göre insan hakkı üç bileşenden oluşmuştur. Bunlar birbirinin tamamlayıcısı olarak ‘yaşam, özgürlük ve mülkiyet’tir. Fakat bugün yürütülen tartışmalarda, bu konuda tarihsel olarak son derece önemli bir gelişme yeterince dikkate alınmamaktadır. İnsan hakları üzerine 18. yüzyılda yeniden düşünen İskoç filozofu Thomas Reid, mülkiyet hakkı ile yaşam hakkının çelişmesi durumunda yaşam hakkının mülkiyet hakkından daha güçlü bir hak olduğunu belirtmiştir. Thomas Pogge gibi çağdaş insan hakları araştırmacılarının çıkış noktasını Reid’in bu bakışı oluşturmaktadır.

Diğer taraftan dünya çapında artan ekonomik ve toplumsal eşitsizlikler karşısında hatırlanması gereken ve 18. yüzyıla ait olan başka bir önemli gelişme vardır. Jacobenler tarafından 1793 yılında yayınlanan “İnsan ve Yurttaş Hakları Beyannamesi” çalışma hakkını da bir insan hakkı olarak tanımlamış olmasına rağmen bu hakka bugüne kadar neredeyse hiçbir devletin anayasasında yer verilmemiştir. Aynı şekilde eğitim, beslenme ve barınma hakkı en doğal insan hakkı olmasına karşın bugüne kadar gerçekleşememiştir.

Fakat buna rağmen filozoflar arasında bugün artık insan hakkı kavramını, doğal türlerin ve diğer canlıların da yaşam ve var olma hakkı bağlamında ele alınması konusunda geniş bir mutabakattın olduğuna dikkat çekmek gerekmektedir. Bugün “İnsan Hakları Evrensel Bildirisi”nin kabul edilişinin 75. yılına yaklaşırken, çıkış noktası olarak insanlığın felsefi bakımdan ulaşılmış olduğu bu son gelişmeyi dikkate almak kaçınılmaz gibi görünmektedir.