Ücretsiz olacak başvurular başladı
Ücretsiz olacak başvurular başladı
Türk oyuncular Cannes'da
Türk oyuncular Cannes'da
Meryl Streep'in gözyaşları
Meryl Streep'in gözyaşları
Boşandı, daldan dala konuyor
Boşandı, daldan dala konuyor
123456789
Ücretsiz olacak başvurular başladı
Ücretsiz olacak başvurular başladı
Türk oyuncular Cannes'da
Türk oyuncular Cannes'da
Meryl Streep'in gözyaşları
Meryl Streep'in gözyaşları
Boşandı, daldan dala konuyor
Boşandı, daldan dala konuyor
123456789

Zeynep Altıok: "Kötülük istemeden iyiliği örgütlüyor"

Zeynep Altıok Akatlı, babası Metin Altıok'u GAZETE DURUM'a anlattı. Altıok, "Onu gülümseyen yüzüyle tıpkı 'Zeynep, babanı hep böyle güleç hatırla' diye o resmin üzerinde kendi alnına yazdığı haliyle gülümseyebildiğimiz anlarla hatırlamayı tercih ediyorum" dedi.

İlknur Yağumli

ANKARA- 2 Temmuz 1993'te, Madımak'ta katledilen ozan Metin Altıok'un kızı Zeynep Altıok Akatlı, 29 yıl sonra Madımak ve toplum üzerine düşündüğünde etnik kökeni, mezhebi ya da yaşam biçimi nedeniyle dışlanan ya da "öteki"leştirilenlerin "bu büyük aile"nin hukuk güvencesi altında eşit ve özgür ayrılmaz bir parçası olması için öğretilen kimlik ayrıştırmalarının ve nefret kültürünün bir yana bırakılması gerektiğini vurguladı.  Zeynep Altıok Akatlı, bu süreçten çıkış için de şu formülü önerdi: "Sol ve sağ ayrımının çok kirletildiği bir noktada, sadece cümleler kurarak değil insanlara aslında gerçek solun, sosyal demokrasinin ne olduğunu, paylaşmak gibi iyi duyguları hatırlatacak deneyimler yaşatarak bu karanlıktan çıkabileceğimizi düşünüyorum. O deneyimleri de ne yazık ki acıları paylaşarak şu sıralarda bir arada göğüslüyoruz, yaşıyoruz. Dolayısıyla insanları birbirine yaklaştıran bu baskı ortamında, kötülük aslında istemeden iyiliği örgütlemiş oluyor."

  2 Temmuz 1993, Pir Sultan Abdal Şenlikleri'ne katılmak için Sivas’ta bulunan aydın ve sanatçıların 33’ü Madımak Oteli’nde katledildi. Sivas'ta öğretmen ve şair Metin Altıok da katledildi. Altıok'un kızı Zeynep Altıok Akatlı, GAZETE DURUM'a  babasıyla olan ilişkisini ve Sivas'ı ve "biz" olarak yaşama kültürü önündeki engelleri anlattı:

"Öğretilmiş kavgalardan çıkılması gerektiğini" söylüyorsunuz söyleşilerinizde. Öğretilmiş kavgalar derken ne anlatmak istiyorsunuz? Madımak katliamının üzerinden 29 yıl geçti. O günkü kavgalar günümüzde hala sürüyor mu? Öğretilmiş kavgalardan toplum nasıl çıkabilir?

Bugün daha da derinleştirilmiş toplumsal ayrışma, öğretilen kimlik ayrışmaları üzerinden yerleştirilen nefret kültürü ile oluşturulan ayrıştırmacı anlayışla, toplum keskin hatlarla birbirine adeta düşmanlaştırıldı. Bu o zaman sadece Alevi-Sünni ayrımıydı. Bugün cinsiyet ayrıştırması var, kadın cinayetleri var. Bunların geldiği noktaya, çocuk istismarındaki artışa baktığınızda bütün bunları Sivas katliamının cezasızlığından ve Sivas katliamını olanaklı kılan siyasal ideolojinin teşvikinden ayrı tutamayız.

İnançlar, tercihler, kimlikler üzerinden öğretilmiş bir kavga var ülkemizde. Oysa geçmişte böyle değildi. Kadim kültürler bir arada yaşar, toplumun çok farklı kesimleri daha naif dürtülerle, duygularla birlikte olmanın yolunu bulurlar. Birbirlerinden beslenirlerdi ama bu gerici ideolojinin baskı ve tahakküm kurarak, şeytanlaştırarak, yaftalarla ötekileri hedefe koyarak ve bunun kışkırtmasını yaparak yerleştirdiği bir toplumsal hastalanma içerisinde olduğumuzu biliyoruz. Bunun kimi zaman devlet eliyle şiddete dönüştüğü yerde, kişiye ait tahrik olma özgürlüğü üzerinden cezalandırmanın da meşrulaştırıldığı bir noktaya getirildiğini görüyoruz.

Kısa giydi diye öldürülen kadının katilinin ceza indirimi, yakılarak öldürülen kadının katilinin haksız tahrik indirimi ile korunması gibi... Bu, cezasızlık ile korunduğu zaman işte sonuç böyle oluyor ve her an yeni Sivaslar yaşanabilir. Çünkü Sivas katliamında da biliyorsunuz gerçek suçlular sorgulanmadığı gibi suçlu olanlar da kişiye özel ideolojik aflarla Cumhurbaşkanı'nın keyfi kararıyla serbest bırakıldı. Ya da daha önce faili meçhul siyasi cinayetlerin pek çok sanığının ya da hükümlüsünün torba yasalar arasına gizlenen maddelerle serbest bırakılması, korunması gibi... Yani kendinden olan ideolojiyi koruyan, kendinden olmayanı cezalandıran kurulu bir düzen var önümüzde ne yazık ki. Toplumun sinir uçlarıyla oynanması ve bu son ekonomik çöküşün de etkisiyle bir toplumsal cinnet halini yaşıyoruz. Öyle olunca da bu kışkırtmalar ve o sinir uçlarının duyarlı halde tutulduğu noktada şiddet dışavurumu çok daha fazla olur.

Ülkedeki siyasi zemin birlikte yaşam kültürünün yerleştirilmesi için uygun mu? Toplum kalıcı bir dönüşüm istiyor mu?

Her şeyden önce gerçek bir demokrasi düzeninin yeniden inşa edilmesine ihtiyacımız var. Aydınlanma devrimleri, genç Cumhuriyet'in gelişimi sürecinde hızlı bir şekilde gerici ve sağcı iktidarların eline geçti, kıskaç altına alındı. Kazanımların, bugünün koşullarında ilerici anlayışla ele alınarak Atatürk'ün bize bıraktığı Cumhuriyet emanetinin gerçek bir Cumhuriyet halinde korunması gerekiyor. Cumhuriyetin ilk 100 yılı çok sancılı bir şekilde sonuçlanmak üzere ama ikinci yüzyılda birlikte yaşam kültürünün yerleştirilmesi için siyasi zemin hazır. Nitekim Gezi'den başlayarak Adalet Yürüyüşü'nden devam ederek ve bugün çeşitli mağduriyetler noktasında daha önce birbirine düşmanlaştırılan, bilinçli olarak birbirinden uzaklaştırılan, aralarına keskin hatlar çizilen kesimlerin yan yana bir hak arayışı için gelebildiğini gördük.

Nasıl bir arada yaşayacağız? Ne yapılırsa insanlar etnik kökeni, mezhebi ya da yaşam biçimiyle kendini "öteki" hissetmez?

Hoşgörü zemini zaten insanımızda her zaman var, kültürümüzde de var. Bizim DNA'larımızla oynanıyor sürekli olarak. Bundan çıkışın yolu da doğrularımızı savunurken de ne kadar haklı olursak olalım klişe cümlelerden, o tanımlardan arınmış duygulara ve deneyimlere odaklı bir dil kurmaya çalışmamızla ilgili bence. Öyle bir yerde yatıyor. Görüşlerimizi savunurken o kadar içi boşaldı ki kavramlar. O kadar şeytanlaştırıldı ki barış bile, bugün bambaşka bir yere çekilerek çok farklı bir yere yerleştirildi. Barış demek, barış istemek adeta terörizmle eş hale getirildi. Barış demeyelim demiyorum elbette ama sol ve sağ ayrımının çok kirletildiği bir noktada, sadece cümleler kurarak değil insanlara aslında gerçek solun, sosyal demokrasinin ne olduğunu, paylaşmak gibi iyi duyguları hatırlatacak deneyimler yaşatarak bu karanlıktan çıkabileceğimizi düşünüyorum. O deneyimleri de ne yazık ki acıları paylaşarak şu sıralarda bir arada göğüslüyoruz, yaşıyoruz. Dolayısıyla insanları birbirine yaklaştıran bu baskı ortamında, kötülük aslında istemeden iyiliği örgütlemiş oluyor.

Bir masanın etrafında ötekileştirilenlerin de bir araya gelebilmesi ve o masada "biz" olmak için "eksilterek" konuşmak, eş deyişle masanın taraflarına kendini açmasına olanak tanıyarak mı yol almak lazım?

Eksiltme değilse de o öğretilmişlik bizde de var, laiklik nedir anlatamıyoruz insanlara. Laiklik dediğiniz zaman din düşmanı anlıyor karşı taraf. Biz laikliği anlatırken, "Kahrolsun laiklik yaşasın şeriat" diyen insana, laik olunmalıdır dememeliyiz. Laikliğin aslında onun kendi inanç özgürlüğünü koruyan bir sistem olduğunu, onun kendi kendini baskıladığı bir yerde onunla yan yana ona o özgürlüğü tanıyan insan olduğumuzu hissettirmeliyiz, o güvenceyi vermeliyiz. Dolayısıyla gidip ona laiklik nutku atmak yerine, laikliğin sosyal demokrasinin ne olduğunu yeniden tarif etmemiz lazım. Orada bizim de kendi klişe cümlelerimizden, yanlış olmasa bile dikte etmekten bir adım geriye çıkarak, paylaşarak ilerlediğimiz yeni bir siyaset dili, yeni bir dayanışma kültürü inşa etmemiz gerekiyor ve toplum buna çok hazır.

Adalet arayışı ve mücadele etme isteği ile siyasete girdiğinizi söylüyorsunuz. Mücadele ruhunu ailenizden, adalet talebinizi Madımak katliamından mı alıyorsunuz?

Tam da böyle diyebiliriz. İki aydın insanın çocuğuyum. Küçük yaştan itibaren toplumsal duyarlıklara da gözü açık yetiştirilmiş bir bireyim. Çocuk gibi değil birey gibi yetiştirilmiş birisiyim. Yalnız bu ülkenin acıları ile çok hemhal olmuş bir ailenin, farklı şekillerde kayıplar vermiş bedel ödemiş bir ailenin, Sivas katliamı ile birlikte bambaşka bir kayıp yaşatılmış bir ferdiyim. Dolayısıyla kendi ömürlerini eğitime vakfetmiş, biri lise öğretmeni biri akademisyen profesör bir anne. Onların, öğrencilerine yaklaşımı ile aydınlanma için, gelecek için, daha iyi için üreten bir akılla ama bir o kadar da sorgulayan, sorular soran, muhakeme eden bir akılla yetiştirilmiş birisi olduğum için yaşadıklarımla kendi iç kavgamda daha iyi bir toplum bırakabilmek amacıyla mücadeleci bir yola çıktım. Yolumu siyasete çeviren de o oldu. İnandığım siyaseti uygulamak ve kurgulamak için o mücadeleyi de orada sürdürüyorum.

Babanız ile ilgili hatırladığınız kadarıyla sizi güldüren, hüzünlendiren bir anınızı bizimle paylaşır mısınız?

Daha çok çocukluk anıları, ne yazık ki bir dönemi uzak hasretlikle geçen, babamın Bingöl'deki sürgün yılları sebebiyle... Sonra da yetişkin denilebilecek yaşa geldiğimde yani 20 yaşına geldiğimde kısa süreli bir yetişkin paylaşımı yaşayabildiğim bir baba-kız ilişkisi ne yazık ki. Babam her zaman çok karamsar ya da duygusal, kendini hırpalayan bir imaj çizse de şiirlerinde her zaman çok şakacı, muzip, ironik, esprili bir insandı. Dolayısıyla bir anı hemen aklıma gelmese de ben onu her zaman o şakalaşan haliyle, gülümseyen yüzüyle tıpkı "Zeynep babanı hep böyle güleç hatırla" diye o resmin üzerinde kendi alnına yazdığı haliyle, gülümseyebildiğimiz anlarla hatırlamayı tercih ediyorum.