Erkan Yolaç'ın cenaze programı belli oldu
Erkan Yolaç'ın cenaze programı belli oldu
Ünlü isimlere Gazze tepkisi
Ünlü isimlere Gazze tepkisi
Evgeny Grinko'dan 'Uzun İnce Bir Yoldayım'a yeni yorum
Evgeny Grinko'dan 'Uzun İnce Bir Yoldayım'a yeni yorum
Ücretsiz olacak başvurular başladı
Ücretsiz olacak başvurular başladı
123456789
Erkan Yolaç'ın cenaze programı belli oldu
Erkan Yolaç'ın cenaze programı belli oldu
Ünlü isimlere Gazze tepkisi
Ünlü isimlere Gazze tepkisi
Evgeny Grinko'dan 'Uzun İnce Bir Yoldayım'a yeni yorum
Evgeny Grinko'dan 'Uzun İnce Bir Yoldayım'a yeni yorum
Ücretsiz olacak başvurular başladı
Ücretsiz olacak başvurular başladı
123456789

GODOT'YU BEKLEMİYORUZ!

Samuel Beckett’in "absürt tiyatro" olarak nitelendirilen eseridir. 1949 yılında yazılmıştır.
Yani, 2. Dünya Savaşı’nın tam ertesinde.
Savaşın yol açtığı kitlesel bezginlik; amaçtan, anlamdan, coğrafyadan, geçmişten ve de gelecekten bir bekleyişi sahneye taşımıştır.
Yaşanan küresel kırgınlık, bir yandan yaşama sevincini törpülemiş, bir yandan da her şeyin sil baştan sorgulanması ihtiyacı uyandırarak yeni bir hikâyenin habercisi olmuştur.
Yanlış anlaşılmasın, biz Godot'yu beklemiyoruz...
Hepimiz, aslında cümbür cemaat 28-29 Haziran'da yapılacak NATO zirvesini bekliyoruz.
Neden mi?
Gelin anlatalım.
Küresel salgın, ardından Rusya'nın Ukrayna'yı işgaliyle birlikte dünya distopik bir döneme girdi.
Bunu anlamak için sadece küresel boyuttaki gıda krizine, yasa dışı göç hareketlerine, giderek artan ırkçılık ve popülizme, gelir dağılımındaki adaletsizliğin dramatik boyutlara ulaşmış olmasına bakmak yeterli olacaktır.
Maalesef bu dönem, Türkiye için çok daha fazla sıkıntılı geçecek gibi görünüyor.
Bir yanda seçim süreci, diğer yanda ağırlaşan ekonomik kriz ile birlikte iktidarın çözülmeye başlayan tabanını korumak için dış siyaseti, milliyetçi söylemleri öne çıkarıp kullanıyor olması, bu sıkıntıyı arttırıyor.
İktidar, dış siyasetle iç siyaset arasındaki çizgiyi, bırakın belirsizleştirmeyi, tamamen silip attığı için, dışarıda olup bitenler ülkedeki sıradan insanların hayatını önemli ölçüde etkiler duruma geldi.
Ez cümle dış siyaset hepimizin önemli bir ilgi alanı oldu.
Özellikle de Yunanistan, Suriye, Rusya-Ukrayna krizi, Amerika'nın vermediği F 35 uçakları ve İsveç ile Finlandiya'nın NATO üyeliği meseleleri.
İşte Türkiye'nin dış siyasetindeki bu sorunlu konu başlıklarına ilişkin artık ne varsa, tamamı ay sonunda yapılacak NATO zirvesi sırasında masada olacak.
Ya da şöyle söyleyelim, iktidar masada olmasını istiyor!
Daha açık biçimde yazmak gerekirse, NATO zirvesi sırasında Amerikan Başkanı Joe Biden görüşmeyi kabul ederse Erdoğan, Türkiye açısından kritik önemi haiz bu konular üzerinde pazarlık şansı yakalayabilecek.  
Bilindiği gibi öncelikli konu, İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya üyelik süreci.
Türkiye'yi daha doğrusu Erdoğan'ı bu konuda tatmin etmek çok kolay değil. Erdoğan, bir taşla iki değil, üç, beş kuş vurmak istiyor.
Eline tarihi bir fırsat geçtiğini düşünüyor.
Hem, İsveç ve Finlandiya gibi PKK, PYD/YPG'ye müzahir duran ülkeleri dize getirip içeride milliyetçi tabanı yeniden tahkim etmek istiyor, hem de Biden ile bir temas noktası yakalayıp buradan F-35, olmadı F-16 meselesinde Türkiye lehine adım atılmasını sağlamayı amaçlıyor. 
Açık yüreklilikle ifade edelim ki, Erdoğan zirve öncesinde küçümsenmeyecek bir avantaj yakalamış durumda.
Bu iki İskandinav ülkesinin sadece “PKK'yı terör örgütü olarak tanıyoruz” demesi yetmeyecek.
Her iki ülke bunun çok ötesinde bir yaklaşım benimsemediği için şimdiye kadar görüşmelerden bir sonuç çıkmadı. 
Somut, görünür ve hatta Suriye'de, Irak'ta Türkiye'nin lehine yansımalarının olacağı bir dizi adım bekleniyor.
İsveç'in Kürt gruplara verdiği silahların Türkiye'ye karşı kullanıldığı konuyla uzaktan yakından ilgili herkesin malumu.
Gerekçe her ne kadar IŞİD ile mücadele olsa da, Kürt grupların bu silahların namlularını bir gün Türkiye'ye çevireceğini İsveç'in bilmiyor ya da düşünmüyor olması mümkün değil.
Yani, bu meselenin aslında iki ülke arasında stratejik bir zeminde siyasi olarak ele alınması, İsveç'in bu politikasından vazgeçmesi/ vazgeçtirilmesi gerekiyor.
Tabii Erdoğan açısından bunun içeride pazarlanacak kadar görünür olması önemli!
Külliye'nin strateji uzmanları, ki bu meselede Dışişleri Bakanlığı'nın fazla esamisinin okunmadığı bir gerçek, İsveç'in iç politikasındaki kırılgan fay hatlarının Erdoğan'ın lehine olduğu değerlendirmesiyle, şimdi Türkiye'nin içinde bulunduğu siyasi, stratejik mevziinin sonuna kadar korunmasından yanalar.
İsveç'te hükümet, PKK yanlısı İran kökenli bağımsız Kürt milletvekili Emine Kakabaveh nedeniyle bıçak sırtında duruyor ve eylül ayında yapılacak seçimler, Magdalena Andersson hükümeti için büyük önem taşıyor.
Meselenin düğümlendiği noktayı şöyle özetlemek mümkün.
Andersson, Erdoğan'ı tatmin ederse içeride zor duruma düşecek, desteğini yitirecek ama İsveç NATO üyesi olacak. Eğer Erdoğan'ı tatmin etmeyip de içeride tribünlere oynarsa seçimlere NATO'nun kenarında duran, ittifakın olanaklarından yararlanan ancak resmi üyesi olmayan bir ülkenin Başbakanı olarak gidecek.
Finlandiya ise sadece PKK’yı terörist ilan etmenin ötesinde bir adım atmadı. Pazarlığını sessiz sedasız yürütüyor.
Biden da iç politikada çok rahat değil.
Kasım ayında Kongre seçimleri var.
Biden, bu seçimlere İsveç ve Finlandiya'yı NATO'ya sokmuş olarak gitmek istiyor. Rusya'ya karşı Batı blokunun mevziisini sağlamlaştırmış olmasının içeride elini güçlendirebileceği hesabını yapıyor. Diğer yandan, Erdoğan'a taviz verdiği görüntüsünün ortaya çıkmasını da istemiyor. Yani biraz, aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık vaziyeti.
Eğer Türkiye'nin İsveç ve Finlandiya'nın ittifaka üyeliğine yönelik itirazı aşılamazsa, Biden'ın siyaseten sıkıntıya gireceğini görmek için kahin olmaya gerek yok elbette. Seçimleri Cumhuriyetçilerin kazanması, Biden için adeta “kabus senaryosu”
Ama şimdiye kadarki yaklaşımlarından da anlaşılan o ki Biden, Erdoğan'ın istediği gibi bir ilişki, temas zeminine sıcak bakmıyor. O yüzden, Erdoğan'ın görüşmeye, temas kurmaya ve dikkat çekmeye yönelik bütün çabasını görmezden geliyor.
Peki, NATO zirvesinde Biden bu yaklaşımını değiştirir mi?
Bugünden bir değerlendirme yapmak güç amma velakin Amerikan yönetiminin sıkı bir durum değerlendirmesi ve hassas bir ihtimaliyat planlamasına göre karar vermesi söz konusu diyebiliriz.
Bu noktada, Avrupalı müttefikleri gibi Amerika da Türkiye'deki seçim sürecini yakından izliyor. Seçim sonrası ortaya çıkacak tablonun nasıl şekilleneceğini kimse bilmiyor.
Bir yıl sonra Ankara'da telefonun öbür ucunda Erdoğan olmayabilir.
İhtimaliyat planlamalarını buna göre yaptıklarını da saklamıyorlar zaten.
Peki bu kriz nasıl aşılacak?
Amerika, F-35'ler, F-16'lar konusunda geri adım atmazsa, Biden, Erdoğan'la görüşüp, içeride kendi tabanına satmak için istediği siyasi malzemeyi vermek istemezse ne olacak?
Kriz devam edecek.
Ama böyle bir durumda Türkiye'nin önüne ciddi bir fatura getirilmesi de ihtimal dışı görülmemeli.
Yani, Erdoğan, Amerika'nın “yaptırım” radarının kapsama alanına bile alınabilir.
Ayrıca İsveç ve Finlandiya'nın, “Nasıl olsa Amerikalılar, Türkiye'yi ikna eder” yaklaşımı da boşa çıkar. Bu meseleyi Türkiye ile ikili zeminde çözmek zorunda kalırlar.
Tabii ittifak, ne olursa olsun, Erdoğan onay versin ya da vermesin, bu iki İskandinav ülkesinin savunmasını fiilen üstlenmiş olacağı için Türkiye'nin elindeki koz önemini yitirmiş olacak.
Diğer bir deyişle terörle mücadele bağlamında tamamen haklı olmasına karşın, haksız duruma düşecek.
Bütün bu ahval ve şerait içinde hepimiz Godot'yu bekler gibi 28-29 Haziran tarihlerinde Madrid'de yapılacak NATO Zirvesi'ni bekliyoruz diyerek yazımıza noktayı koyalım.