İlk kez stadyum konseri verecek
İlk kez stadyum konseri verecek
Kızılcık Şerbeti'nin Nilay'ı
Kızılcık Şerbeti'nin Nilay'ı
Haluk Levent'ten şaşırtan 'Eurovision' açıklaması
Haluk Levent'ten şaşırtan 'Eurovision' açıklaması
Volkan Demirel boşanma iddialarıa yanıt verdi
Volkan Demirel boşanma iddialarıa yanıt verdi
123456789
İlk kez stadyum konseri verecek
İlk kez stadyum konseri verecek
Kızılcık Şerbeti'nin Nilay'ı
Kızılcık Şerbeti'nin Nilay'ı
Haluk Levent'ten şaşırtan 'Eurovision' açıklaması
Haluk Levent'ten şaşırtan 'Eurovision' açıklaması
Volkan Demirel boşanma iddialarıa yanıt verdi
Volkan Demirel boşanma iddialarıa yanıt verdi
123456789

KÜRESELLEŞME SÜRECİ VE TÜRKİYE II: TÜRKİYE'NİN KAZANIMLARI!

Önceki yazımızda son küreselleşme sürecinin Türkiye ekonomisine yansımalarını değerlendirmeye çalışmıştık. Bu çerçevede de öncelikle Türkiye’nin küresel boyuttaki paydaşlarına sağladığı imkanları/kazançları ortaya koymuştuk. Nihayetinde de yabancı yatırımcılar ve ülkelerin küreselleşme sürecinin getirdiği imkanları kullanarak Türkiye’ye hem daha fazla mal ve hizmet sattıklarını hem daha fazla kâr, faiz ve portföy kazancı elde ettiklerini vurgulamıştık. Bu yazımızda ise Türkiye’nin küreselleşme sürecinde elde ettiği kazançları da ortaya koymak istiyoruz. Bu amaçla öncelikle küreselleşme sürecinin ticaret hacmi ve ekonomik büyümeye etkilerini, sonra da yurt dışı gelirlerde meydana getirdiği değişimi istatistiki veriler yardımıyla değerlendireceğiz.

Grafik 1’de 1985 sonrası dönemde dünya geneli ve Türkiye’nin ticaret hacminde meydana gelen değişmeler dönemsel ortalamalar olarak verilmiştir. Dış ticaret hacmindeki büyüme (değişim) mal ihracat ve ithalatı toplamındaki oransal değişimleri ifade etmektedir. Buna göre tüm alt dönemlerde Türkiye’de dış ticaret hacmindeki artış, dünya ortalamasının oldukça üzerinde gerçekleşmiştir. Bir başka deyişle Türkiye ekonomisi dünya geneline oranla çok daha hızlı bir şekilde dışa açık hale gelmiş yani hızla küreselleşmiştir. Türkiye’nin dış ticaret hacmindeki en yüksek artış yüzde 15,5 ile 2000-2009 dönemi, en düşük artış ise yüzde 5,5 ile 2010-19 döneminde olmuştur. Dünya genelinde ise en yüksek ticaret hacmi artışı; Doğu Bloku'nun yıkılması sonrasında, yani 1990-1999 döneminde gerçekleşmiştir. İzleyen dönemlerde küresel ticaret hacmindeki artış yavaşlamış ve 2010-2019 döneminde yüzde 4,5’e gerilemiştir. Dolayısıyla 2010 sonrasında küreselleşme de Türkiye’nin dışa açılma hızı da yavaşlamıştır.


1985-2019 döneminde dünya ve Türkiye ekonomisinin alt dönemler itibarıyla büyüme hızları Grafik 2’de verilmiştir. Buradan Türkiye ekonomisinin dünya geneline oranla daha yüksek bir hızda büyüdüğü, 2010-19 döneminde ise aradaki farkın belirgin bir şekilde açıldığı anlaşılmaktadır. Dünya ekonomisinde en yüksek oranlı büyüme yüzde 3,9 ile 1985-1989 ve 2000-2009 döneminde gerçekleşmiştir.


Kısaca ifade etmek gerekirse küreselleşme süreciyle birlikte Türkiye hem çok hızlı bir şekilde dışa açılmış hem de büyüme hızını, özellikle 2010 sonrasında artırmıştır. Ancak, büyüme hızının en yüksek düzeye ulaştığı yılların dışa açılmanın da en fazla yavaşladığı döneme yani 2010 sonrasına karşılık gelmesi dikkat çekicidir.

Bu genel değerlendirmelerin ardından Türkiye’nin küreselleşme sürecinde dış ekonomik ilişkilerden elde ettiği gelirleri incelemek uygun olacaktır. Tablo 1’de dış ekonomik ilişkilerden elde edilen gelirler, giderler ve net durum yer almaktadır. Buradan görülebileceği gibi Türkiye 1984-2020 döneminde toplam olarak 2,6 trilyon dolarlık mal ihracatı, 971,1 milyar dolar tutarında da hizmet ihracatı gerçekleştirmiştir. Her iki grupta da en yüksek ihracat 2010-19 döneminde yapılmıştır. Nitekim son 37 yılda toplam mal ihracatının yüzde 57,8’i, hizmet ihracatının ise yüzde 54,3’ü, 2010-19 döneminde yani son 10 yılda gerçekleştirilmiştir.

Diğer taraftan yine 1984-2020 döneminde yurt dışından; 8 milyar doları doğrudan yatırımlardan (kâr), 54,9 milyar doları portföy yatırımlarından (tahvil, hisse senedi), 46,7 milyar doları da kredi ve mevduatlardan elde edilen faiz olmak üzere toplam 109,8 milyar dolarlık gelir elde edilerek yurda getirilmiştir. Bu gelirlerin de çok büyük bir bölümü 2000 sonrası dönemde elde edilmiştir. Böylece, mal ve hizmet ihracat gelirleriyle birlikte, toplam 3,7 trilyon dolarlık yurt dışı gelire ulaşılmıştır. Bu gelirin ise 3,1 trilyon doları Adalet ve Kalkınma Partisi’nin ülkeyi yönettiği 2003-2020 döneminde elde edilmiştir.

Bu veriler 1990 sonrasında yeni bir ivme kazanan küreselleşme sürecinden Türkiye’nin önemli kazanımlar elde ettiğini ortaya koymaktadır. Ancak bu verileri tek başına değerlendirmek eksik kalacaktır. Dolayısıyla aynı dönemde madalyonun diğer yüzüne yani ithalat ve yabancı yatırımcılara ödenen kâr, faiz ve portföy kazançlarının da değerlendirilmesi gerekecektir.

Tablo 1’in ikinci kısmındaki veriler incelendiğinde, 1984-2020 döneminde Türkiye’nin; 3,9 trilyon dolarlık mal, 454 milyar dolarlık hizmet ithalatı yaptığı görülmektedir. Aynı dönemde yabancıların doğrudan yatırımlar üzerinden 48,8 milyar dolarlık kâr, 85,2 milyar dolarlık portföy yatırımı kazancı ve 174 milyar dolarlık da faiz gelirini ülkelerine transfer ettikleri anlaşılmaktadır. Dolayısıyla toplam 4,7 trilyon dolarlık kaynak yurt dışına çıkarılmıştır. Bu kaynak çıkışının yüzde 84,7’si 2003-2020 döneminde gerçekleşmiştir. Bu çerçevede Türkiye’nin özellikle 2003 sonrası dönemde, hem iyi bir mal ve hizmet pazarına hem de iyi bir sermaye kazancı sunan ülkeye dönüştüğünü söylemek mümkündür.


Bu noktada yurt dışından elde edilen gelirler ile yurt dışına ödenen kazançların netine bakmak daha sağlıklı bir değerlendirmeye imkan verecektir. Buna göre 1984-2020 döneminde Türkiye’nin mal dış ticaret dengesi 1,3 trilyon dolar açık, hizmet dış ticaret dengesi ise 516 milyar dolar fazla vermiştir. Yine aynı dönemde Türkiye’den net; 40,8 milyar dolarlık kâr, 30,2 milyar dolarlık portföy kazancı ve 128 milyar dolarlık faiz kazancı transferi yapılmıştır. Böylece toplamda Türkiye’den, 866,5 milyar doları 2003-2020 döneminde olmak üzere, net 984,3 milyar dolarlık kaynak çıkışı gerçekleşmiştir.

Bu veriler, ölçülemeyen niteliksel katkılar dikkate alınmadığında, Türkiye’nin, ölçülebilir dış ekonomik ilişkiler boyutundan, küreselleşmenin kaybedeni olduğunu ortaya koymaktadır. Bir başka deyişle üretim deseni ve niteliği yeterince geliştirilmeden dışa açılmak Türkiye’ye oldukça pahalıya mal olmuş gibi görünmektedir.

Diğer taraftan incelenen ve daha çok makro nitelikle olan verilerin bireysel düzeye indirgenmesi de daha nitelikli bir değerlendirmeye imkan verecektir. Bu amaçla nüfusa oranlayarak hazırladığımız Tablo 2’de hem kişibaşına hem de kişibaşına düşen gelire oranla net dış ekonomik ilişkilerin dönemsel gelişimi verilmiştir. Buna göre 1984-1989 döneminde kişibaşına mal dış ticaretinde 69 dolarlık açık verilirken, 2010-2019 döneminde bu açık 928 dolara yükselmiştir. Aynı dönemde kişibaşına hizmet dış ticaret dengesindeki fazlalık ise 45 dolardan 353 dolara yükselmiştir. Yine doğrudan yatırım gelirlerindeki açık 2 dolardan 35 dolara, net faiz kazançlarındaki açık 36 dolardan 52 dolara yükselmiştir. Böylece dış ekonomik ilişkilerde kişibaşına düşen net toplam açık 62 dolardan 688 dolara yükselmiştir.

Bu verilerin dolar bazında kişibaşına düşen gelire oranlanması sonucu elde edilen veriler ise Tablo 2’nin ikinci kısmında yer almaktadır. Buna göre 1984-1989 döneminde dış ekonomik ilişkilerde toplamda kişibaşına düşen gelirin yüzde 3’ü düzeyinde açık verilirken bu oran 2010-2019 döneminde yüzde 6,1’e yükselmiştir. Dolayısıyla bu boyutta da dış açıkta ciddi bir artış gerçekleşmiştir.


Bu yazımızda, sizleri biraz rakamlara boğmak suretiyle de olsa, yaptığımız hesaplamalar ve değerlendirmeler Türkiye’de döviz açığının kaynaklarını çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Dolayısıyla, 1950’li yıllardan beri Türkiye’nin en önemli kriz kaynağı olan döviz açığını kalıcı olarak gidermenin yolları da bu analizlerden çıkarılabilecektir. Yani,

1) İthalatı daha fazla artırmadan mal ihracatını artırmak,

2) Hizmet giderlerini daha fazla artırmadan hizmet gelirlerini artırmak,

3) Uzun vadede ülkeye katkısı yüksek, maliyeti daha düşük olan doğrudan yatırım girişi için, özellikle de sıfırdan yatırımların, uygun ekonomik, hukuki ve politik iklimi oluşturmak,

4) Kısa vadeli spekülatif yabancı sermaye (sıcak para) bağımlılığından kurtulmak,

5) Geliri daha adil de dağıtarak iç tasarrufları artırmak ve böylece bu iç tasarrufları yatırımların asli kaynağı haline getirmek, yatırımları da dış ticarete konu (ya ihracatı artıracak ya da ithalatı azaltacak) alanlara yönlendirmek,

6) Böylece de dış borçlanmaya olan ihtiyacı azaltarak dış faiz ödemelerini minimize etmek,

7) Tüm bunların gerçekleşmesine doğrudan katkı vermek amacıyla tüketim deseni ile üretim deseni arasındaki uyumsuzluğu orta ve uzun vadede minimize edecek yatırım planlamasını ve bunu yapacak Planlama Kurumu'nu oluşturmak,

8) Sosyal statü kaynağı olarak yüksek tüketim standartlarını değil üretime katkı ve yüksek ahlaki standartları koyabilmek, bunun gerektirdiği sosyo-kültürel dönüşümü eğitim aracılığıyla gerçekleştirmek,

9) Eğitim sistemini her bireyin; yeteneklerine ve kapasitesine uygun alanlara yönlendirilmesini ve eğitimin/öğretimin her bir aşaması tamamlandığında geçerli meslek sahibi olmasını sağlamak,

10) Kamuda, personel alımı ve yükseltme süreçlerinde liyakatı ve çalışma-başarı ilkesini temel referans almak,

11) Özgürlükler, demokrasi ve hukuk boyutunda çağdaş standartları her düzeyde (birey-kurumlar) yakalamak,

12) Halkın devlet için değil, devletin halk için var olduğunu tüm bireyler tarafından içselleştirilmesini sağlamak.

Görüldüğü gibi Türkiye’nin döviz açığı sorununu gidermek sadece ekonomik değil, aynı zamanda sosyal, politik ve kültürel boyutlarda da önlemlerin alınmasını da gerektirmektedir. Dolayısıyla bütün bu değerlendirmeler; Türkiye’nin her boyutuyla, yani bütünsel bir yeniden yapılanma modeline ihtiyacı olduğunu ortaya koymaktadır.

Son söz: Senaryosunu kendin yazmadığın pazarlama stratejisinde ancak pazar olursun.