Erkan Yolaç'ın cenaze programı belli oldu
Erkan Yolaç'ın cenaze programı belli oldu
Ünlü isimlere Gazze tepkisi
Ünlü isimlere Gazze tepkisi
Evgeny Grinko'dan 'Uzun İnce Bir Yoldayım'a yeni yorum
Evgeny Grinko'dan 'Uzun İnce Bir Yoldayım'a yeni yorum
Ücretsiz olacak başvurular başladı
Ücretsiz olacak başvurular başladı
123456789
Erkan Yolaç'ın cenaze programı belli oldu
Erkan Yolaç'ın cenaze programı belli oldu
Ünlü isimlere Gazze tepkisi
Ünlü isimlere Gazze tepkisi
Evgeny Grinko'dan 'Uzun İnce Bir Yoldayım'a yeni yorum
Evgeny Grinko'dan 'Uzun İnce Bir Yoldayım'a yeni yorum
Ücretsiz olacak başvurular başladı
Ücretsiz olacak başvurular başladı
123456789

Gazeteci Ahmet Samim'in infaz öncesi mektubu

Mektuplar ve Yazarları

Bugün artık rağbet görmeyen ve nostaljik bir faaliyet olarak değerlendirilen bir yazı türü, “mektup” üstüne düşünelim istedim.

Yazdığı mektubu özenle zarfa koyup postaneye koşanlar…

Karşı taraftan gelecek cevap mektubu için günlerce, haftalarca bekleyenler…

Bir türlü geçmek bilmeyen zaman…

Askerdeki sevgiliye, hapisteki eşe, deniz aşırı çalışmaya giden kardeşe, başka şehirde yaşayan arkadaşa yazılan mektuplar…

Hatırlayalım.

Hatırlayabildiğimiz kadar özgürüz.

*

Bugün teknolojinin nimetlerinden yararlanıyoruz. Sosyal medya ve mobil iletişim araçları sayesinde anlık iletişim kurma olanağına sahibiz. Buna karşın, teknolojik gelişme, hızlı tüketilen ilişkilerin viral olduğu yapay bir çağ da yaratmış durumda. Duygular ve anlam örüntüleri sıkıştırılmış formatta sunuluyor. Yeni iletişim modelleri bizi belirli karakter sayısında kelimeye hapsediyor.

Değerde/pahada bir eksilme söz konusu sanki.

İnsanın değeri ve anlamı çokça tahrip edilmiş gibi.

*

İnsanların haberleşmek, duygu ve düşüncelerini paylaşmak için kullandıkları bir araç olarak mektubun 17. yüzyıl ile yaygın bir iletişim aracı haline geldiği söylenir.

18. yüzyıldan itibaren edebi bir yazı türü olarak mektup önem kazanır. Bu dönemde yazım kılavuzları hem seçkinlere hem de sıradan insanlara çok çeşitli mektup türünü tanıtır. Mektup hikayeleri kitap raflarını ve dergileri süsler.

Kısa sürede bu popüler tür insanların ailelerine, arkadaşlarına, yakın çevresine, iş yaptığı kişilere ve aydınlara mektup yazma alışkanlığına dönüşür.

20. yüzyılın sonları ve 21. yüzyılın başlarındaki edebiyatın çoğu örneği, mektup yazma kültürünün yaygınlaşmasına odaklanır.

20. yüzyılın sonlarından bu yana tarihçiler ve edebiyat araştırmacıları, bir iletişim türü olarak mektup ve beraberinde sosyal ve kültürel bir faaliyet olarak mektup yazımı ile çok daha fazla ilgilenmeye başladılar.

Özellikle, bu dönemde mektup türü ve bağlantılı eserler ile ilgili araştırmaların yapıldığı görülür.

2000'li yıllarda internetin yaygınlaşarak iletişim araçları ve biçimleri açısından yarattığı değişimin, tür olarak mektuba ilginin azalmasına, mektuplaşma ediminin terk edilmesine ve yerine sosyal medya merkezli yeni mesajlaşma olanaklarının ikamesine yol açtığı söylenebilir.

*

1980’li yılları ve öncesini hatırlayanlar için mektup önemli bir iletişim aracı. Bunun yanında edebiyat, felsefe ve bilim açısından da mektup türünün çok özel bir yeri var.

Ünlü bilim adamlarının, sanatçıların, siyasetçilerin birbirlerine yazdıkları mektupların, geçmişi daha iyi anlamamıza olanak sağladığı bir gerçek.

Mektupların kişisel geçmişimizi hatırlatması açısından da özel bir yanı var.

Dolayısıyla mektuplar genel olarak yazıldığı dönemin ruhunu, kişi olarak düşünce, inanç ve eylemlerimizi anlamamızı da sağlıyor.

Hiç mektup yazma fırsatımız olmamış olsa da bazı popüler kişilerin tarihte yazmış oldukları mektupları okumak heyecan ve merak uyandırabiliyor.

Einstein’in Freud’a, Mahatma Gandhi’nin Hitler’e, Kafka’nın Milena’ya, Nazım’ın Piraye’ye, Beşir Fuat’ın Ahmet Mithat’a, Cemil Meriç’in Lamia Hanım’a, Sabahattin Ali’nin Ayşe Hanım’a, Kurt Vonnegut’un bir öğrenciye ve bunların dışında birçok başka bilindik, popüler, tarihsel figürün birbirine yazdığı mektupları okumak bazen çok keyifli, bazen çok hüzünlü ama kesinlikle öğretici oluyor.

*

“Bu akşam fevkalade bir işim çıktı, gelemeyeceğim. Bunun için bilhassa affını rica ederim. Kardeşim tabii ki Şahabeddin de gelemez.

Sana gayet (confidential) ve namusunuza tevdi edilmek üzere bir müjde vereyim; fakat bunun yayılması etrafımızda dolaşan tehlikeleri daha yaklaştırmaktan başka bir işe yaramaz.

İttihat ve Terakki Cemiyeti idama hükmetti. İdam olunacağım. Bunu yarı resmi bir surette tebliğ eylediler. Haberiniz olsun. Yalnız arkadaşlarımdan bir şey rica ediyorum, bana Hasan Fehmi’ye yaptıkları gibi mükellef bir cenaze alayı tertip etmesinler. Demirci Köyü’nde bir bayır tepesinde küçük ve garip bir köy kabristanı vardır. İstiyorum ki beni oraya defnetsinler. O mezarlığın kenarında gençliğimin en tatlı ve hülyalı birkaç saatini geçirdim. Fikrimin o küçük mezarlıkta olduğu kadar hiçbir yerde o kadar derince sükûna daldığımı bilemem. Mezarlığın bulunduğu tepeden köyler, tarlalar, etrafın uzaktan birer küçük ve yeşil demete benzeyen koruları, ormanları ve nihayet ta ileride Karadeniz’in kâh durgun ve mavi, kâh beyaz ve sonsuz yüzeyi görülür; cenazemin de orada kalmasını arzu ediyorum.

Emin ol ki kalbimde hiçbir korku duymuyorum. Bana dindarane bir tevekkül geldi ve ölmeye razı, hazırım. Yalnız ne zaman olacağını bilemiyorum. Yakında inşallah görüşürüz ve bunu size tafsilatıyla anlatırım. Gözlerini öperim. Nureddin’e selam, Edhem Beyefendi’ye ihtiram.” (Selçuk Gürsoy, Osmanlı Sosyalist Fırkası ve Yayınları, s. 417-8)

Muhalif gazeteci Ahmet Samim’in 26 yaşında öldürülmeden kısa bir süre önce arkadaşı Kıbrıslı Şevket’e yazdığı mektup.

Hakikatin, adaletin ve vicdanın peşinden giden genç bir gazetecinin trajik sonu.

Yakup Kadri’nin Hüküm Gecesi adlı romanında anlatıldığına göre, gerek örfî idare, harp divanının gizli işkence usullerine ait belgeleri ortaya koyan gerekse Soma-Bandırma tren yolu imtiyazı işinin içyüzüne dair önemli açıklamalarda bulunan biricik gazeteciydi.

Dış politikada ise İttihat ve Terakki’nin tercihlerini doğrudan eleştiriyordu.

Ahmet Samim, Türk gazetecilik tarihinde Hasan Fehmi’den sonra muhalif fikirleri yüzünden katledilen ikinci gazeteci.

O günden bugüne kaç gazeteci aynı akıbete uğradı, hatırlıyor muyuz?

*

“Özgür iradem ve açık bir bilinçle bu yaşamdan ayrılırken, son bir sorumluluk yerine getirilmeyi bekliyor: Bana ve işimi yapmama huzurlu bir ortam sunan harika ülke Brezilya’ya içten teşekkürlerimi sunmak. Her yeni günle bu ülkeyi daha çok sevmeyi öğrendim, ruhsal anavatanım Avrupa kendi kendini yok ettikten ve ana dilimin dünyası yok olduktan sonra, dünyanın hiçbir yerinde hayatımı bu kadar severek yeniden kuramazdım. Ama altmışıncı yaştan sonra tam anlamıyla yeniden başlamak çok özel bir güç gerektiriyor. Ve benim gücüm yıllar süren vatansız yolculuklardan sonra iyice tükendi. Bu nedenle hayatımı doğru zamanda ve doğru bir şekilde sonlandırmamın iyi olacağına inanıyorum. Ki hayatım boyunca tinsel uğraşım, en büyük haz kaynağım ve kişisel özgürlüğüm, en yüce değerim oldu. Bütün dostlarımı selamlarım! Hepsine uzun geceden sonra gelen tanın kızıllığını görmek nasip olsun! Ben, her zamanki sabırsızlığımla önden gidiyorum.” 

Naziler iktidarı ele geçirdikten sonra 1934’te Avusturya’yı terk edip önce İngiltere, ardından ABD’ye gönüllü sürgüne giden ünlü yazar Stefan Zweig, Şubat 1942’de Brezilya’ya yerleşir. Fakat, bir türlü iç huzuru bulamaz ve intihar mektubunu yazdıktan sonra eşi Lotte ile 22 Kasım 1942’de yaşamına son verir.

*

“Sevgili İlhan,

Duymak, çok duymak eziyor beni. Yeni, bilinmedik bir sayrılık da olabilir bu. Bilmiyorum ki… Eziliyorum sadece. Uyumsuzluğum (dışa vuramadığım) yiyip tüketiyor kupkuru ruhumu. Biraz soluk almak için, kuramsal olmamak koşuluyla, ne yapabilirim acaba? Hiçbir şey gideremiyor susuzluğumu. Hiç, hiçbir şey…

…Şimdi dışarda bir bakır düştü. Maşrapa olabilir, bir sahan kapağı, bir buhurdanlık olabilir. Bazen sesler duyarım Boğaz'ın tepelerinde. Bir çekiç sesidir örneğin. O kadar yaşlıdır ki, kaplar her yanı, doldurur kulaklarımdan geçerek uçsuz bucaksız yüzölçümümü. Eninde sonunda bir çekiç sesi. Kim bilir kim bir kayayı ikiye bölüyor ya da bir tekneyi kalafatlıyordur. Rüzgârsız bir balıkçı kayığını temizliyordur az ötede. Pulların da sesi vardır. O kadar güzeldir ki pullar, zarfların üstünde tutsak, sürgünde gibi alışılmış acılarını solur. Pullar... Düzeltemiyorum hayatımı. Neresinden çeksem, öteki yanı bozuluyor.

Gel İstanbul’a. Konuşmadan dolaşalım. Tepelere çıkalım tepelere, uçmayı duymak için. İnimdeyim, dükkânın üstünde. Şiir, belki biraz şiir.” (Kaynak: Cumhuriyet Dergi)

Şair Edip Cansever’in 12 Temmuz 1969’da şair İlhan Berk’e yazdığı mektup.

Samimi, sahici, edebi…

*

Unutmayalım.

Mektuplar geçmişten günümüze gelen tarihi belgeler olmanın yanında bizi bize hatırlatan oldukça kişisel fragmanlardır aynı zamanda.