Erkan Yolaç hayatını kaybetti
Erkan Yolaç hayatını kaybetti
Ücretsiz olacak başvurular başladı
Ücretsiz olacak başvurular başladı
Türk oyuncular Cannes'da
Türk oyuncular Cannes'da
Meryl Streep'in gözyaşları
Meryl Streep'in gözyaşları
123456789
Erkan Yolaç hayatını kaybetti
Erkan Yolaç hayatını kaybetti
Ücretsiz olacak başvurular başladı
Ücretsiz olacak başvurular başladı
Türk oyuncular Cannes'da
Türk oyuncular Cannes'da
Meryl Streep'in gözyaşları
Meryl Streep'in gözyaşları
123456789

Bir Temmuz gününden bir Haziran gününe

Rampadan salıverilmedikçe çalışmayan eski Bedford kamyondan bozma su tankeri tozlu köy yolunda pür dikkat ilerliyordu. Bölgenin düşman unsurlardan ne derece temizlendiği belli olmadığından şoför koltuğunda oturan ellili yaşlarındaki “yaşlı” mücahit de araçta yardımcı rolünde seyahat eden, daha bıyıkları terlememiş onbeşlik delikanlı da pür dikkat çevreyi kontrol ediyordu.  

Kamyon o kadar eskiydi ki aküsü olsa da herhalde yine de yokuş aşağı salınmadan çalışmayacak gibiydi. Tekrar çalıştırılması bir “ihtiyar” ile bir “çocuğun” itmesiyle mümkün görülmediğinden kamyonu durdurmadan bozuk köy yolunda dikkatle ilerliyorlardı.

“Az kaldı” dedi ihtiyar mücahit. “Az sonra asfalt yola çıkınca hızla ilerleriz askerimizin ikmal noktasına” dedi. Ağır bombardıman sesleri gelse de uzaktan, uzaktan tek düşman unsuruna rastlamamışlardı o ana kadar. “Sağda da solda da çok kısa mesafede Rum köyleri var. Tamamen temizlenmiş olmayabilir. Birileri bu emin sandığımız bölgeye sızmış da olabilir. Aman dikkat et” diye uyardı ihtiyar, delikanlıyı.

Zavallı çocuk zaten korkudan biraz daha küçülmüş, kısık gözlerle temmuz sıcağında aralıksız pür dikkat ufuk tarıyordu. “İlerde solda!” dedi birden. “Birisi var sanki, çömelmiş gibi.” İhtiyar istifini bozmadan “Tek kişi mi? Emin misin?” diye sordu. 

Daha henüz “Şimdi görünmüyor” demişti ki delikanlı bir silah patlaması sesi duydular. Sonra bir daha, bir daha peş peşe ses gelmeye başladı. Ne olduğunu anlamaya fazla uğraşmalarına gerek kalmadan iki ateş arasında kaldıklarını fark ettiler. O ana kadar kamyonun durmasına sebep olmadan ağırca gaza basan şoför bir yandan hedef küçültürken diğer yandan da gaz pedalını kökledi, kamyon adeta kükreyerek ileriye fırladı. Kısa sürede silah sesleri giderek geride kalmıştı ki Türk taarruz hattının ilerisine geçtiklerini fark ettiler. Neyse ki Rumlar kaçmakla meşguldüler. 

Solda, taşocağı yakınındaki mücahit karakolunu ezbere bilen şoför, aracın dümenini ilerideki tepeye döndürdü, kurumuş ve hasadı oldukça gecikmiş arpa tarlasında koca tanker sıçraya sıçraya ilerlemeye başladı. Az sonra artık emniyette, karakolda idiler. Kamyonu yamaca park edip, dört tekerin önüne taş yerleştirip yamaçtaki mevziye gittiler; çok da fazla uzakta olmayan bir mesafede iki tarafın hareketinden oluşan toz bulutunun izin verdiği ölçüde kaçan Rum ve kovalayan Türk askerlerini gözlemeye başladılar.

Oldukça uzun bir süre sonra telsizden Türk kuvvetlerinin Ayvasıl bölgesindeki Rum garnizonunu ele geçirdiği bildirildi. Bir süre sonra, karakol komutanının izniyle, askerlere su götürmek amacıyla tekrar yola çıktılar. Hayati bir görev icra ediyorlardı. Savaş kuralları gereği düşman kuvvetlere ait bölge ele geçirildiğinde, düşmanın zehirleme olasılığı nedeniyle ne su ne de yiyecek kaynakları kullanılabilirdi. Asker yanındaki kumanya ile bir süre idare edebilse de, temmuz sıcağında susuz ilerleyemezdi.

Eski Rum garnizonuna eski tanker muzaffer komutan gibi giriş yaptı. Daha bir saat bile olmamıştı düşmandan ele geçirilmesi. Tam temizleme olmuş muydu? Askerin susuzluğu nedeniyle olsa gerek, güvenlik tehdidi bile göze alınarak su tankerine nerdeyse en üst rütbeli komutan gelmiş gibi coşku ve heyecanla tezahürat ediliyordu. Tankerin yanlardaki bölmelerinden asker için iaşe de bırakıldıktan sonra bir sonraki görev için tekrar Türk bölgesine harekete geçti yaşlı tanker. 

Bu kez, yolu kısaltmak için, artık güvenli olduğu bildirilen bir Rum köyünün içinden geçeceklerdi. Köye girdiklerinde savaşın acı yüzü daha belirginleşti. Tanker ağır ağır ilerlerken açık pencerelerden yarım bırakılmış kahvaltı masaları seçiliyordu. Yol boyunca kaçan sivillerden geriye kalan etrafa saçılan kişisel eşyalar, kitaplar, harap olmuş araçlar ve terk edilmişliğin sessizliği vardı.

Anlamışsınızdır muhakkak ama yine de ben söyleyeyim, o ellilerindeki “ihtiyar” benim Yaşar büyük amcam, çocuk ise yaşı küçük olduğu için silah altına alınmayan ancak sivil savunmada görevlendirilen bendim.

48 yıl sonra

48 yıl sonra, bir 8 Haziran akşamüstü, bir toplantıdan çıkıp aracıma yürürken aniden bastıran yoğun yağmur nedeniyle çok feci ıslanmıştım. Eve varır varmaz da kendimi duşa atmıştım. Birden büyük bir gürültü duydum. Hayat yoldaşım Aydan heyecanla “Yan binanın arkasındaki istinat duvarı çöktü… Acele et… Felaket… Felaket…” diye haykırdı. Durum gerçekten kötüydü. 5-6 metre yüksekliğinde, 10 metreden uzun beton istinat duvarı üç aracın üzerine çökmüş, tonlarca çamur da tepeden aşağıya akmıştı.

Bizim binanın arkasındaki istinat duvarı ne olmuş derken, bir yandan da itfaiyeye telefon açmış, durumu bildirmiştik. Az sonra kapıda görevliler vardı. Yıkılan istinat duvarının olduğu bina, sağındaki, solundaki binalar ve bir üst sokaktaki bir binanın güvenlik nedeniyle boşaltılması emredildi.

Birkaç gün sonra ilaç ve acil kişisel malzemeleri almamız için izin verildiğinde gördüğüm manzara 48 yıl önce boşaltılmış Rum köyünden pek de farklı değildi… Yuvamız dahil o dört binadaki evlerde sanki aniden duran hayatlara şahit idiler.

Savaş en büyük felakettir

Elbette savaş en büyük felakettir. Savaş ile bizim yaşadığımız farklı, hem de çok farklı. Belki 15 gün, belki bir ay sonra yıkılan istinat duvarı yapılacak, az hasar görenler güçlendirilecek ve bizler evlerimize döneceğiz. Halbuki ister Kıbrıs’ta Ayvasıl’da, ister Suriye, Irak, Afganistan veya bir başka çatışma bölgesinde evlerinden olan siviller ya şanslı iseler belki bir gün tekrar yaşam alanlarına dönecekler ya da maalesef çoğu bir başka toprakta, bir başka yuvada yeni hayat kuracaklar…