Şantajla tecavüz
Şantajla tecavüz
''Evlilikten çok daha güzel''
''Evlilikten çok daha güzel''
Nihal Candan cezaevi günlerini anlattı
Nihal Candan cezaevi günlerini anlattı
Bülent Ersoy vasiyetini açıkladı
Bülent Ersoy vasiyetini açıkladı
123456789
Şantajla tecavüz
Şantajla tecavüz
''Evlilikten çok daha güzel''
''Evlilikten çok daha güzel''
Nihal Candan cezaevi günlerini anlattı
Nihal Candan cezaevi günlerini anlattı
Bülent Ersoy vasiyetini açıkladı
Bülent Ersoy vasiyetini açıkladı
123456789

Sorunu çıkartana çözdürürler

Akıllı yöneticiler, adil ve hakkaniyetle çalışan sisteme sahip yerlerde sorunları çıkartanlara çözdürürler. Biliyorum, atasözü öyle değil de günümüz dünyasında “İti öldürene sürütürler” sözünün içerisinde bir değil, en az üç ciddi sıkıntı var. “İt” kelimesiyle bir canlı türüne hakaret, “öldürme” kelimesiyle bir canlı türüne yönelik vahşet, ve nihayette bir canlının cesedinin “sürütülmesi” ifadesiyle de çok ciddi bir insanlık dışı eylemden bahsediliyor. “Neyse ki üç kelimeden oluşan bir atasözü, yoksa Allah korusun daha neler olabilirdi.


Ah “Nas” ahhh…

Son zamanlarda, nedeni belki de “Nas” diye diye ekonominin ve halkın sıdkı sıyrıldıktan, döviz kurları göğe fırlayıp enflasyon resmi olarak iki gayri resmi olarak üç rakamlı seviyelere tırmandıktan sonra ünlü ekonomistin “Faiz sebep, enflasyon sonuç” denkleminin ne büyük yanlış olduğu ortaya çıktıktan sonra sil baştan geleneksel ekonomi kitaplarına aynı kaptanla dümen kırmamızdan olsa gerek internette en fazla araması yapılan ata sözüymüş “İti öldürene sürütürler.” 

Öldürmesek ve sürütmesek iyiymiş de, nedense hep yapıyoruz biz bu işi. Herhalde ondan dolayı bir de saçma da olsa durumla alakalı atasözümüz de var.

TDK sözlüğüne göre, eğer bir kişinin ele aldığı iş kötü bir şekilde tamamlanırsa, bu sorumluluk yine o kişiye kalır. Bu durumu düzeltebilmek için sorumluluğu ele alarak düzeltmesi gerekir. Eğer düzeltemezse suç tamamen o kişinin olduğu gibi bir fatura da ödenecek ise doğal olarak o kişi ödemelidir.


Pile halkının haklı talebi gölgelendi

Kuzey Kıbrıs’ta veya dünyada aklı başında, vicdanlı insanların olduğu herhangi bir noktada bir insan topluluğunun çeşitli nedenlerle 40 yıldan daha uzun bir süredir köyünden dışarıya ya kendine dostça davranmayan bir bölgeye serbestçe, ya da kendini rahat hissedeceği, sağlık, eğitim, ve sair temel hizmetleri gönül rahatlığıyla talep edeceği ve alacağı bölgeye ise sadece 4 kilometrelik bir ara bölge sebebiyle bir başka ülkenin egemen toprağından (egemen İngiliz üssü) giriş ve çıkış kapılarından türlü formaliteyle geçerek neredeyse bir saatte ulaşabilmesi, hani derler ya şaka olarak, yan köye Sofya, Belgrat üzerinden gitmek gibi oluyor. Bu insanlık dışı bir durumdur, düzeltilmesi de çeşitli şekillerde mümkün olmalı, bu kadar sürüncemede bırakılmamalıydı.


Savaş suçu

Ülkeler, toplumlar arasındaki sorunların çözümünde şiddet elbette ki bir yöntemdir. Boyutu savaşa kadar gidebilecek şiddet kullanımı bir yöntem olarak ortada dursa da barışçıl yöntemler, diplomasi, uzlaşma tüketilmeden ona başvurulması durumunda ciddi uluslararası meşruiyet sorunu ortaya çıkar. Hele hele güç kullanımı Birleşmiş Milletler üniformalı personeline karşı kullanılırsa da, şiddeti uygulayanlar sivil kıyafetli askeri personel de olsa, ortaya çok ciddi bir uluslararası hukuk kural ihlali çıkar. Bosna savaşıyla uluslararası uygulama hukukuna giren yeni kurallardan birisi “hakların savunma hakkı” olduğu gibi, BM personeline karşı şiddet de “savaş suçu” olarak tanımlanmıştır, hatırlatırım.

Pile’de olanları tekrar yazmaya, hatırlatmaya gerek yok. “Sür be üstüne de kaçacak” emriyle dozer BM askerleri üzerine sürülür, güya siviller de tüm güçleriyle saldırır ise, bir uluslararası hukuk ihlali yaratılmış olur. Pile halkının haklı ve meşru güvenle ve kolaylıkla dört kilometre öteye, kendi halkından oluşan topluma, devlete ulaşma talebi bir anda savaş suçu bile sayılabilecek bir uluslararası hukuk ihlaliyle yer değiştiriverir.


Kucakta sıcak patates

Ankara bu durumu, deyimi yerindeyse sıcak patatesi bir anda kucağında buldu. Elbette Ankara’nın yoldan da haberi vardı, parasını da ödeyen oydu da belli ki durumun böyle olabileceğini bilen Ankara ile Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın Ankara’sı aynı değildi. Nihayette ilk kez Kıbrıs Türkünün bir konusunda Ankara ancak 24 saat sonra destek verdi, sahip çıkabildi.

Neyle geçti o 24 saat, elbette bir gün öğreneceğiz. Ancak BM Güvenlik Konseyi kınamasının engellenmesi, yaptırım içeren bir karar yerine bir Başkanlık açıklamasıyla yetinilmesi ve o açıklamada da Türkiye dikkatlice korunarak tüm suç Kıbrıs Türk yönetimine yüklenmesi biraz ipucu da veriyor.

Belli ki adadaki Türk askeri, hükümet içerisindeki bazı unsurlar ve onları Ankara’daki ağa babaları ile TC ile KKTC devlet ilişkileri aynı düzlemde yer almıyorlar. Bir kopukluk değilse bile ahenk bozukluğu olduğu kesin.

Başında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın olduğu Ankara Batı ile ilişkilerin güçlendirilmesi, belki AB ile yeni görüşme başlıkları açılması, Batı para, yatırım ve kredi imkanlarına ulaşabilme, Türk halkının vizesiz seyahat beklentisinde gelişme, 6 Şubat sonrasında iyice yönetilmez hale gelen mülteci meselesinde daha yakın işbirliği ve kolaylaştırıcı imkanlar peşinde iken Batı ile kriz istemiyor. Zaten Annan Planı dönemini çağrıştırır şekilde Kıbrıs’ta özveri gösterilebileceğini söylemesi bu anlamda değil miydi?


Ankara hesap soruyor

Şimdi Erdoğan’ın Ankara’sı hesap soruyor Pile krizini yaratan KKTC’deki arkadaşlara. Bu arada hazin bir şekilde KKTC cumhurbaşkanlığının da Pile olayının sahnelenmesi aşamasından, tıpkı Apostolos Andreas Manastırı'ndaki papazı bir bakanın yakın arkadaşı tarafından İslam’a davet etme hadsizliğinden haberdar olmadığı gibi, hiç bilgi sahibi olmadığı da ortaya çıkıyor.

Emir kesin: “Sorunu yaratan çözsün!”

İyi de Manastır olayı da, Pile konusu da planlı olarak görüşmeler başlasın baskılarına karşı engelleme programı parçaları değil miydi? Emri veren arkadaş, emri aldığı o diğer Ankara’nın talebiyle iki devletli çözüm peşinen kabul edilmeden görüşmeler olmasın diye yapmamış mıydı bu işi?


Ve başlıyor görüşme süreci

Böylece görüşmeleri baltalayan arkadaşlar bir anda kendilerini görüşme masasında buluyorlar. Yüksek perdeden konuşulmasına, reddedilmesini boş verin, resmen al-ver başlıyor. Pile halkının sıkıntısı çözülecek, yol sıkıntısı hallolacak ama benzer şekilde, üstelik sadece 500 kişi değil Pile Türkü gibi, binlerce insanın yaşadığı Athienou, Türkçe ismiyle Kiracıkoy, KKTC topraklarından Rum kesimindeki Piroi’ye bağlansın isteniyor.

Görüşme olmasın diye provokasyon yapanlar şimdi Pile’ye karşın iki yeni kapının açılması pazarlığını yapıyorlar Rum kesimiyle ama BM temsilcisi ile görüştükleri iddiasıyla. BM doğal olarak görüşme partnerimiz değil, ancak iki taraf arasında dolaylı görüşmelerde aracı olabilir.

Ancak, zaten en baştan yapılması gereken Pile halkının sıkıntısını çözmek için Rumlardan ödün isterken, bir yerde de en azından Kıbrıs Türk tarafının ödün vermesi değil mi? Diplomasi bunu gerektirir.


Yeni kapılar geliyor

Bir arkadaşımın söylediği gibi eğer Kıbrıs Türk tarafı insan kaçakçılığı dahil her türlü hukuk dışılığa karşı önlem alarak Pile halkının sorununu çözmek istiyor ise oraya bir kapı yapılmasını masaya koyması gerekirdi. Nihayette, önceki kapılar nasıl açıldıysa, nasıl pazarlıklar yapıldıysa, aynı süreç işleyecek hem Pile’de Kıbrıs Türk halkının sorunu hem belki Erenköy veya Piroi (Gaziler) kapısıyla Rum halkının insani sorunu sona erdirilecek.

Sevdim ben bu kabahati yaratana çözdürmek uygulamasını.