Erkan Yolaç'ın cenaze programı belli oldu
Erkan Yolaç'ın cenaze programı belli oldu
Ünlü isimlere Gazze tepkisi
Ünlü isimlere Gazze tepkisi
Evgeny Grinko'dan 'Uzun İnce Bir Yoldayım'a yeni yorum
Evgeny Grinko'dan 'Uzun İnce Bir Yoldayım'a yeni yorum
Ücretsiz olacak başvurular başladı
Ücretsiz olacak başvurular başladı
123456789
Erkan Yolaç'ın cenaze programı belli oldu
Erkan Yolaç'ın cenaze programı belli oldu
Ünlü isimlere Gazze tepkisi
Ünlü isimlere Gazze tepkisi
Evgeny Grinko'dan 'Uzun İnce Bir Yoldayım'a yeni yorum
Evgeny Grinko'dan 'Uzun İnce Bir Yoldayım'a yeni yorum
Ücretsiz olacak başvurular başladı
Ücretsiz olacak başvurular başladı
123456789

"ORGAN NAKLİ YOLUYLA" İNFAZ!

Tüyler ürpertici başlığı American Journal of Transplantation dergisi atmıştı: Execution by organ procurement: Breaching the dead donor rule in China (Organ temini yoluyla infaz: Çin'de ölü bağışçı kuralının ihlali.)

Dergi "Ölü donör kuralı, nakil etiği için esastır" diyordu.

Ancak Çinli doktorlar bu temel tıp etiğine uymuyorlar.

Yine ilgili derginin raporunda. 124 bin 770 Çince organ nakli yayınından oluşan bir veri kümesinden alınan 2 bin 838 makalenin adli incelemesini yapmak için hesaplamalı metin analizini kullandıklarının altı çiziliyor.

Ulaştıkları sonuç uzun, zahmetli ve sayısal temellere oturmuş verilerden oluşuyor.

Çin'in, organ nakil hacmi ile ölçüldüğünde, Amerika Birleşik Devletleri'nden sonra dünyanın en büyük ikinci nakil ülkesi olduğu düşünülmekle birlikte, insan hakları araştırmacılarına göre tıp literatürünün aksine Çin, Amerika Birleşik Devletleri'ni geride bırakıyor.

Çin'de organ nakli bekleme süresi haftalarla ifade edilirken, Amerika Birleşik Devletleri'nde yılları dahi bulabiliyor.

İddia şu ki; Çin "gönüllü bağışçılardan" 50 bin organ naklini 2023'e kadar gerçekleştirecek.

Oysa Çin 2009'da organ bağışçısı sayısının 120 civarında olduğunu söylüyordu. 2007'deki açıklamasına göre de organ bağışçılarının yüzde 95'ini mahkumlar oluşturuyordu.



Çin toplumunun en iyi, en insancıl, en vicdanlı insanlarının mahkumlar olması ne kadar da ilginç değil mi?

Ocak 2015'te Dr. Huang Jiefu (organ nakli sektörünün lideri) diyor ki: “Tutukluların bağış yapmasına karşı olduğumu söylemiyorum. Vicdanını toplayıp organlarını bağışlamak isterlerse tabii ki bağışlarlar, yeter ki vatandaş bağış sistemi içinde olsun…”

İşin ticari boyutu ile de ilgili değil bu "vicdanını toplayıp organlarını bağışlamak isteyenler."

Gerçekten en kusursuz insanlar bu organ bağışçısı Çinliler.

Atalarının sözlerini de haklı çıkarıyorlar bu fedakârlıklarıyla; "Dünyada kusursuz iki insan vardır. Biri ölmüştür, öteki ise doğmamıştır."

Vay arkadaş!

Çin'deki mahkumlara hapishanede nasıl bir terapi yapılıyorsa bağışlanan organların yüzde 95'i onlara ait.

Muhtemelen terapiyi, mahkumların organlarını alırken yapıyorlardır!

Modern tıp, ölümü, "beyin ölümünün gerçekleşmesi" olarak tanımlıyor. Yani geri dönülemez durum.

Oysa Çin'de beyin ölümü ile ilgili bir yasa yok.

Anlaşılan o ki "gönüllü mahkum bağışçılardan" kalp ve akciğer nakilleri "beyin ölümü"ne bakılmaksızın yapılıyor.

Kalp çalışırken kalbi ve akciğerleri alınıyor.

Korku filmi gibi ama bu durumda organ nakli cerrahları aynı zamanda devletin cellatları da oluyor.

Hipokrat yemini mi dediniz?

Hadi ama... Yok öyle bir şey...

Çin'den söz ediyoruz burada.

Ama Çin bir taşla iki kuş vuruyor aynı zamanda. "Organ bağışı yoluyla infaz" aynı zamanda sistematik bir soykırıma da hizmet ediyor.

Kimler üzerinde mi?

Uygur Türkleri, Falun Gong, Tibetliler, Hıristiyanlar ve Çin'in "siyasi olarak sorunlu" olarak sınıflandırdığı "herkes".

"CENNETİN HANIMI" ÜZERİNDEN HESAPLAŞMA ÇABASI

Hz. Muhammed'in kızı Hz. Fatma’nın hayatını anlatan "The Lady Of Heaven (Cennetin Hanımı)" filmi Britanya’da bazı Müslümanların protesto etmesi üzerine gösterimden kaldırılmış.

Ülkenin en büyük sinema salonu zincirlerinden Cineworld "çalışanlarının ve müşterilerinin güvenliğini sağlamak için" gelecek gösterimleri iptal ettiğini açıklamış.

İlk bakışta "film, sinema, Müslüman, güvenlik, protesto" kelimeleri öne çıkıyor.

Ortada tehlikeli bir durum var gibi gösterilmiş.

Aslında "gibi değil". Aynen öyle gösterilmek istenmiş.

Filmin konusu şöyle anlatılmış: "Savaştan zarar gören Irak'ta bir çocuk, annesi öldükten sonra kendini yeni bir eve taşınırken bulur. Orada, kendisine Hz. Muhammed'in kızı ve terörizmin ilk kurbanı olan Fatıma Hanım'ın hikayesini anlatan sevgi dolu yaşlı bir kadınla tanışır. Hikayeler aracılığıyla çocuk, sabır erdeminin herkes için ne kadar güçlü ve önemli olduğunu ve Fatima'nın deneyiminin 21. yüzyıla nasıl yayıldığını öğrenir."

Peki böyle mi?

Aslında değil.

Aslında bu bir sinema filmi de değil.

Bir propaganda, bir hesaplaşma filmi.

Şii ve Sünniler arasındaki kadim tartışmaların günümüzde devam eden yeni pratiklerinden biri.

Filmin senaristi ve yapımcısı, Birleşik Krallık'ta sürgün hayatı yaşayan aşırılık yanlısı Kuveytli bir Şii olan Yasser Al-Habib.



Kendisinin Hz. Ömer ile ilgili iddialarını burada yazmam mümkün değil.

Ancak şu kadarını söyleyeyim; film Hz. Fatıma'yı, Hz. Ömer'in öldürdüğü iddiası ve IŞİD'in, Hz. Ömer'in fikirlerinin bugüne taşınması üzerine kurulu (Film de IŞİD görüntüleri ile başlıyor zaten).

Fragmana bakınca sadece bir sinema filmi ile karşı karşıya olmadığınızı anlıyorsunuz.

Hatta öyle ki Hz. Fatıma'yı yüceltme adı altında dolaylı biçimde İslamafobi körükleniyor diyebilirim.

Britanya'daki Müslümanlar imza kampanyası dahil protestolarını yapmışlar ve film sinemalardan çekilmiş.

Ortada şiddet yok, tehdit yok.

Bu son derece kıymetli, demokratik ve istenilen etkiyi oluşturan güçlü bir karşı duruş.

KAÇAK YOLCULARIN BAŞI DERTTE!

İçişleri Bakanı Soylu, "TIR kasalarının brandalarını keserek içlerine kaçak yolcu alınmasına karşı TIR parklarına kamera sistemi kurmayı tedbir olarak getiriyoruz." demiş.



Sayın Soylu'nun kaçak yolcu dediği sanırım kaçak göçmenler.

Neyse...

Şahane önlem.

Dileyelim de kaçak yolcular ve onları "kaçak olarak TIR'larına alanlar" TIR parkı dışında brandaları falan kesip binmeyi/bindirmeyi akıl etmesinler.

Hadi inşallah.

BU PİLAV DAHA ÇOK SU KALDIRIR AMA...

İsveç ve Finlandiya'nın NATO üyeliği konusundaki tartışmaları, Türkiye'nin haklın taleplerinin ne ölçüde karşılanacağını, bu konu üzerinden ABD ile ilişkilerin nereye evrileceğini daha bir süre okuyacak ve izleyeceğiz.

Yunanistan, Kuzey Makedonya'nın NATO'ya katılımını tam on yıl ayak sürüyerek engellemişti.

Türkiye'nin gücü Yunanistan ile kıyaslanmaz.

Biz de yirmi yıl ayak sürüyebiliriz.

Sonuçta aceleci olmayı sevmeyen bir milletiz.

Mehter'de bile iki adım ileri bir adım geri atıp ilerleyerek dev bir imparatorluk kurduk. O tek adımı geri atmasak kim bilir nerelere giderdik?

İsveç ve Finlandiya da mutlaka bunu görüyordur.

Bu pilav daha çok su kaldırır ama İsveç ve Finlandiya'nın bekleyecek zamanları var mı?