Türkan Şoray'a iki haftalık yasak
Türkan Şoray'a iki haftalık yasak
'panda' olarak sergilenen hayvanlar boyanmış köpek çıktı
'panda' olarak sergilenen hayvanlar boyanmış köpek çıktı
Kalben gözaltına alındı
Kalben gözaltına alındı
Ajda Pekkan'dan büyük stadyum konseri için sürpriz!
Ajda Pekkan'dan büyük stadyum konseri için sürpriz!
123456789
Türkan Şoray'a iki haftalık yasak
Türkan Şoray'a iki haftalık yasak
'panda' olarak sergilenen hayvanlar boyanmış köpek çıktı
'panda' olarak sergilenen hayvanlar boyanmış köpek çıktı
Kalben gözaltına alındı
Kalben gözaltına alındı
Ajda Pekkan'dan büyük stadyum konseri için sürpriz!
Ajda Pekkan'dan büyük stadyum konseri için sürpriz!
123456789

POST MODERN KAHRAMAN TÜRK: BÜLENT TÜRKER

25 Aralık Pazar günüydü.

Üzerinde Büyük Atatürk Koşusu'na katıldığı forması ile gelmişti Cadde TV ana haber bültenine.

Ayaküstü kısa bir tanışma anıydı...

Karşımda atmış yaşını devirmiş, heyecanlı genç bir adam vardı. O kısacak sürede klası ile karizması ile sevecenliği ile insanı etkisi altında bırakıyordu.

Program sonrası odama davet ettim. Kırmadı. Yaptığı görkemli işleri derin bir mütevazılıkla, sanki o değil de bir başkası yapmış gibi anlattı. Hayatımın kaliteli dakikalarıydı.





Bülent Türker'i size kısaca anlatmaya çalışacağım. Çalışacağım diyorum zira Bülent Türker'i bu köşenin hacmine sığdırmak kesinlikle mümkün değil, "kısaca" da olsa...

1956 yılında Kırklareli'nin Vize ilçesinde bir bakkalın oğlu olarak dünyaya gelmiş. Eğitim hayatına zor şartlar altında devam etmiş. Hem çalışmış hem okumuş.

Ankara Ticari İlimler Akademisi'nde öğrenciyken uluslararası bir maraton yarışmasını kazanınca Rotterdam'da misafir olma şansı elde ediyor. Bir bankaya iş müracaatında bulunuyor. Ancak yabancı dili olmaması nedeniyle kabul edilmiyor.
O da diyor ki; "Çaycı ya da office boy olarak ücretsiz çalışırım". Kabul ediyorlar. Sonra bakıyorlar ki genç adam çok cevval. Alıyorlar işe. 25 yıl sonra ise banka müdürlüğünden emekli oluyor.

Hayatı yardım odaklı geçmiş Türker'in, "anlatmakla bitmez" türünden... Hollanda'nın yüksek popülariteye sahip saygın isimlerinden. Hollanda Kraliçesi, Kraliyet Madalyası ile onurlandırmış Türker'i. 2005 yılında Hollanda'da halk oylaması ile  40 yılın en iyi kalpli insanı seçilmiş.

Kendisine çalışmalarında destek olan isimleri ise minnetle anıyor. Erdoğan Demir, Vedat Kement, Murat Özbiçer, Özcan Özbay bunlardan sadece birkaçı. Aslında Bülent Türker "pek çok dostu olan az insandan biri".

Hollanda'daki evini Çanakkale Müzesi'ne çevirmiş. Çanakkale Müze'mizde olmayan materyal ve dokümanlar, onun kişisel müzesinde mevcut. Kurduğu müze, 2019 yılında Türk Dünyası Dünya Kültür Ödülü almış.

Mustafa Kemal Atatürk'ün altın kaplı tabancası (ki bu tabancanın hikayesi başlı başına bir film konusu) dahil çeşitli eşya, Çanakkale Savaşı'nda kullanılan sancağımız, kılıçlar, çeşitli ateşli silahlar, evrak, dokümanlar, musaf cüzleri, Kur'an-ı Kerim'ler, madalyalar... Sayıları binleri buluyor.

Kazancını bunlara yatırmış. Yıllarca bu değerli eserleri toplamış. Müzesine giriş ve otopark ücretsiz. Bunun yanı sıra ziyaretçilere ücretsiz hediyeler de veriliyor.

Peki ama Bülent Türker, Türkiye'den hak ettiği desteği görüyor mu? Keşke buna gönül rahatlığı ile "Evet" diyebilseydim.

Aslında kahramanların gerçek desteği kendi yürekleri ve yürekli dostları değil mi?

Kabul ederse ben de o dostlar arasında yer almak isterim.

Kahramanlar çağının bittiği söylenir. Ama Bülent Türker bize o çağın henüz bitmediğini gösteriyor.






ATATÜRK'ÜN SON YILBAŞI GECESİ: Bakalım gelecek yıla yaşayacak mıyım?


İlgili anının yer aldığı kitaptan olduğu gibi paylaşıyorum;

Mustafa Kemal Paşa son yılbaşı gecesini arkadaşı Dr. Tevfik Rüştü Aras’la geçirmişti. Dr. Aras bununla ilgili anısını şöyle anlatır: 

“1938’in yılbaşı akşamı Köşk’e beni çağırmıştı. Hemen gittim. Kendisini Köşk’ün yukarı katında kitaplığa bitişik açık salonda buldum. İlk sözü ‘Bu akşam bir tarafa çıkmayacağım. Sen de suare görmekten bıkmışsındır. Yılbaşını burada birlikte geçiririz, olmaz mı?’ demek oldu. 

‘Büyük sevinçle,’ karşılığını verdim. Bir hayli süre, geçen yılın olaylarından ve gelecek yılın işlerinden konuştuk. İsmail Hakkı Kavalalı’nın (Atatürk’ün Harbiye’den arkadaşı) gelmesi üzerine konuşma günün haberlerine, havaya ve suya dönüştü. Bu alanda konu daha genişleyince onun elbise ve çamaşır dolaplarını hep birlikte görmeye gittik, elbiselerinden, gömleklerinden ve kravatlarından bize dağıtıyordu. Bu nedenle hatırıma gelen bir fikri söylemekten kendimi alamadım ve dedim ki: 

‘Paşam, mendillerinize, potinlerinize varıncaya kadar bize vermekten hoşlanıyorsunuz; ne olurdu bir ay önce düşünseydik de yeni bir yıl için bütün giyeceklerinizi yeniden ısmarlasaydık ve bu gece başka arkadaşları da çağırarak elbiselerinizi, çamaşırlarınızı ve gömleklerinizi aramızda kapışsaydık ne kadar çok eğlenirdik. Hepimiz de her birimiz de bu yılbaşı gecesinin anısı olarak sizden bir şeyi üzerimizde taşırdık ve siz de yarın hep yeni giymiş olurdunuz.’

Bunun üzerine: ‘A doktor, bunu niçin daha evvel düşünüp söylemedin?’ diye hayıflanınca, ‘Zararı yok, gelecek yıl böyle yaparız,’ yanıtını verdim. Atatürk olumlu veya olumsuz bir şey söylemedi. Bir süre düşünür durum aldıktan sonra: 

‘Bakalım gelecek yıla yaşayacak mıyım?’ sözleri ağzından dökülüverdi. 

Birdenbire her üçümüzü de derin bir sessizlik kapladı. Atatürk, ölümün yaklaştığını içinde duymuştu. Bizim içimize de bu zehirli kuşku düşmüştü. Yine Atatürk bizden önce kendini toplayarak ‘Yılbaşı gecesi acıklı şeyler düşünmeyelim ve konuşmayalım,’ dedi. Yaz gömleklerini ayırıp bana seslenerek ‘Bunlardan da al, yazın Yalova’da yine hep birlikte oluruz da işine yarar,’ özendirmesiyle hem gömleklerinden almamı istiyor hem de üstümüze çöken üzüntülü durumu gidermeye çalışıyordu. Hatta pijama bile verdi. Kavalalı, neşeli sözleriyle konuyu değiştirdi. Gece yarısı geçinceye kadar şuradan buradan konuşmaya devam ettik. 

O gece Atatürk çoğu defa alışık olduğu zamandan önce dinlenmek üzere izin alıp ayrılıncaya kadar acı konuya dönülmedi. Fakat yüreklerimizi sönmez bir alev yakıyordu. Çünkü Atatürk, ölümün yaklaştığını içinde duymuştu ve bunu kendisiyle beraber biz üç kişi 1938 yılının başından beri biliyorduk. Ağaç yaprakları ile beraber açılan sır, bu acıyı diğer arkadaşlara da verdi. Paylaşmak, acıyı azaltır derlerse de bende öyle olmadı. Acı gerçeğe yaklaşmakla ızdırabım azalmıyor, artıyordu. İnandığım insan zekâsının, bilimin güçsüzlüğü içinde çırpındık. Sonradan bu durum çok sürmedi, felaket geldi çattı. Artık içi yanan bütün yurttaşlarımla birlikte bizi ayakta tutan sadece görev duygusu olmuştur. Halkımıza, memleketimize karşı sürecek olan görevimizi yerine getirmek, ona ve onun eserlerine sevgi bağlılığını göstermek; bundan sonraki yaşantımızın başlıca nedeni olsa gerektir. Büyük Atatürk ve zavallı bizler. O Büyük Adam benüz orta bir yaşta iken bu kadar vakitsiz ölmeli mi idi? Birkaç yıl daha yaşayabilseydi neler olacaktı? Ah neler olacaktı?”

Kaynak: Yakınlarından Hatıralar, Sel Yayınları, 1955, s.105






BÖYLE BİR YILBAŞI AĞACI GÖREN KAÇ KİŞİ VAR?

Bir yılbaşı ağacı karlı bir meydanda Estonya türküleri söylüyor

Telli pullu upuzun bir yılbaşı ağacı

Sen kırmızı sırça topun içindesin

Saçların saman sarısı kirpiklerin mavi

Onu oraya ben astım seni içine koyup

Ak boynun uzundur yuvarlaktır

Kuşkularım kaygılarım sözlerim umutlarım ve okşayışlarımla koydum seni sırça topun içine

Bütün yılbaşı ağaçlarına, bütün ağaçlara, bütün balkonlara, pencerelere, çivilere, hasretlere astım kırmızı sırça topu seni içine koyup

Bağışla beni öleceğim seni bırakıp orda

Nazım Hikmet







BİR KARİKATÜR